Kayıtlar

Bulanık Suda Avlananlar - Kuantum

 Zaman zaman belli kelîmeler, mefhumlar "moda" olur, her bir şeyin o'nlusu çıkar meydana. Kuantum gibi. Kuantum (quantum) kelîmesi Latince'de " ne kadar " anlamına gelmektedir. Kelîme için TDK sözlüğünde " Belirli değer alabilen küçük miktar, nicelik. " karşılığı verilmektedir. Kuantum mekaniği veya kuantum fiziği ise atom altı parçacıkları (quark) inceleyen bir temel fizik dalıdır. Hâl böyle olmasına rağmen, pek çok alan, pek çok iş kuantumla ilişkilendirilmeye, böylece o işe/alana önem atfedilmeye, en uygun tâbiriyle bulanık suda kuantum balığı avlanmaya çalışıldığı görülmektedir. "Herşeye kuantum" konusuna ilgi duymam, asıl mesleği hemşirelik olan birisinin "yaşam koçluğuna" soyunması, işini sorunca da "kuantum yaşam koçuyum" demesi ile başladı. Daha sonra ünlü video paylaşım kanalında bir medyatik fizikçinin "quantum computing" konulu bir video paylaşımıyla karşılaşınca düşünmeye başladım, acaba bilgisaya...

Sîretler ve Sûretler - Gri Türkiyeli

Nisbeten zengin, seküler, şehirli ve de "modern" insanlarımız için "beyaz Türk" deniliyor ya, beyazı-zencisi ile hernekadar sentetik ve gerçeklikten uzak bir sınıflandırma olsa da bir sınıflandırma da ben yapayım istedim.  Bu arada, "Türk" kelîmesinin kötü, yanlış ve aşağılayıcı bir nitelendirmeye tâbi tutulmasını doğru bulmadığım için Türkiyeli demeyi münâsip buldum. Buyrun size "Gri Türkiyeli" Lahmacunu bir "alt seviye" yiyeceği olarak görür. Ama İtalyanların "pizza"sını pek bir âfiyetle mideye indirir. Sucuk ve pastırma denilince "ıyyy" diye bir ses çıkararak yenilemez bir şey olarak vasıflandırır ama salam, sosis ve jambon olunca bayılarak yer. Kebap denilince "yahu şehirleri kebap kokularıyla doldurdular" diye şikayet eder ama yağda kızartılan tavuk eti ve -közde değil- alevde pişirilen hamburger köftesi söz konusu olunca yumulur. Kurufasulyeyi "halk yiyeceği" olarak görür ama içinde fasulye ...

Bozyazı - Mersin

Resim
Mersin'e bağlı ve Türkiye'nin neredeyse en güneyinde yer alan, Akdenizin kenarındaki bu küçük ilçe  ismiyle gayrı-müsemma bir yer; zira mâvinin kenarında yeşilliğin hüküm sürdüğü bir yer burası. Nasıl gidilir? Bozyazı, Mersin Antalya karayolu (D400) üzerinde. Antalya yönünden ve Mersin yönünden karayolu ulaşımı mümkün. Mersin-Bozyazı arası 212 km., Antalya-Bozyazı arası 268 km. Ayrıca Konya Karaman tarafından gelip Mut, Gülnar, Aydıncık yolundan ulaşmak da mümkün. Konya Karaman yolundan gidildiğinde Ankara'ya 565 km. Gazipaşa havalimanı'na uçakla gidip sonra 90 km. doğu yönünde karayoluyla gidilerek de ulaşılabilinir Bozyazı'ya. Tarih Bozyazı Belediyesi'nin internet sayfasında yer alan bilgilere göre burasının M.Ö.3. binyılda Luwi kavimlerinin yaşadığı Tarhundaşşa Kralığının sınırları içinde bulunduğu,  Asurlular zamanında bölgeye Queadı adının verildiği, M.Ö.7. yy.da bir Samos kolonisi olduğu, 7. ve 6.yy.'da Fenikelilerle ticaret yapan önemli bir liman kent...

Yazmak

  "Yıllar cildi buruşturabilir ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur." demiş bir "iyibilmiş"(*). Vardır böyle tumturaklı lâflar, her yerde karşılaşabilirsiniz, internet salgınıyla birlikte cep telefonunuza bir mesaj olarak da düşebilir âniden. Artık yazı yazmak gibi "yorucu" işlerle uğraşmanıza gerek yok. Birisi biryerlerden böyle lâfları bulup bir "görüntü" hâline getiriyor, siz yazmak zahmetine katlanmadan, ne nârin parmaklarınızı, ne de obez beyninizi yormadan şıp diye gönderiveriyorsunuz bu görüntü levhalarını. Bayramlarda, özel günlerde... Oysa yazmak başka, bambaşka bir iş, bir vârolma hâlidir. Yazdığınızda kendinizden birşeyler katarsınız yazıya. Kelîmelerin dizilişi sizi anlatır karşınızdakine. Yazmak, görüntü levhalarının konfeksiyon mağazasından usta bir terzi dükkânına terfi ettirir sizi. Boyunu kısaltarak, belini daraltarak üzerinize uydurulan hazır giyim sıradanlığından üzerinize göre biçilip dikilmiş bir elbisenin fevkalâdeliğine...

Güzel ülkemin eğitim sistemi

Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü'nde kamu yönetimi uzmanlık ( yüksek lisans) programında, hukukçu, öğretmen, mühendis ilâahır her meslekten kamu görevlileri vardı. Bir gün profesör Oya Araslı'nın Anayasa hukuku dersindeyiz.  Hoca ders anlatırken "pozitif hukuk" deyince, bu programdaki "öğrencilerden" meşhur bir teknik üniversiteden mezun edilen bir elektronik mühendisi hocaya "Hocam bu pozitif elektrikteki pozitif mi?" diye sormuştu. Bu uzak hâtıra niye aklıma geldi, daha doğrusu niçin hiç aklımdan çıkmadı bilir misiniz? Türkiye, "yüksek" eğitim ve öğrenim bakımından ilginç bir ülke de ondan. Meselâ lisans öğrenimini mâliye ve sosyal hizmetler üzerine yapıp üniversitede sosyoloji dersleri verenler var Ülkemizde. Meselâ lisans öğrenimini inşaat mühendisliği üzerine yapıp üniversitede siyaset bilimi dersleri veren ve sanat bilimi ana bilim dalı başkanlığı yapanlar var Ülkemizde. Meselâ tıp öğrenimi gördüğü hâlde câmide dini konul...

Kâl gibi hâl de dolandırmış fakiri

 Komedi filmlerinin hisli, romantik sahnelerinde bile gözlerine yağmur bulutları üşüşen birisiyim ben. Ruhu eski asırlarda kalmış, bu zamanlar için modası geçmiş, içi cam kırıklarıyla dolu, yalnız. Bilseniz sevgiye dâir başucu kitabımda neler vardı neler... Vefâyı var zannederdim mesela; dostlar vefâlı olur diye bilirdim. Sevgi ve vefâ anne ile çocuğu gibiydiler. Ve ahde vefâyı âmentü bilirdim. Nezâket ve nezâheti olmazsa olmaz bilirdim sonra. Niyetler, yayla pınarları gibi berrak ve temiz derdim. Dil hep doğru söyler, Dost kırmaz, dost incitmez zannederdim.  *** Heyhat...  Ömrün kahır ekseriyeti geçince anladım bâzı şeyleri! Vefâ bir semt adıymış hep söyledikleri gibi. Dilin kemiğinin olmadığı mıh gibi çakıldı beynime.  Dostların saklı bohçalarında hasedi gördüm; o dostlar ki gerçek güzeli balçıkla sıvamak ve kendi çirkinlerini güzel gibi gösterebilmek için elleri balçığa bulanmıştı. Sen derken bile ben diyen diller, hakikati saklamak için kaçırılan gözler gördüm......

Güzel ülkemin bilim insanları

 Tarih TV'de "Gizemli Tarih" programını seyrediyordum. Konu, Mimar Sinan'ın eserleri. Programda dış ses diyor ki " Yerçekimini alt etmeyi başaran dehası bu kez ses hızını dört kez yavaşlatacak akustik bir tasarımı planlamaya başlar." Bahsolunan deha elbette Mimar Sinan. Sonra programın sunucusu Prof. Hikmet Kırık geliyor sahneye. Elinde bir ses şiddeti ölçer (desibelmetre), yanında müezzin ezan okuyor ve Hikmet Kırık ekranda okunan değeri gösteriyor: 96 dB. Sonra Hikmet Kırık, bir köşede oturur hâlde geliyor ekrana, ezan devam etmektedir. Hikmet Kırık kısık bir sesle şunları söylüyor: "İnanılmaz. Merkezle en uzak köşe arasında sadece 5-10 desibel fark var." Bunları söyledikten sonra desibelmetrenin ekranını gösteriyor. Görünen değer 80.4 dB. Bu defa bir başka planda devam ediyor Hikmet Kırık ve diyor ki "Böylece 70 metre uzaktaki bir kişi imamın sesini en ön saftaki cemaatle aynı desibelde duyabiliyordu." Nereden başlamak lâzım bilemiyor...

Yanlış kullanılan kelîmeler, deyimler ve sözler

Sürekli güncellenmektedir. Alaturka Bâzı "sözlük"lerde "Eski Türk töre, 'alışkı' ve yaşama biçimine göre olan", "dünya görüşü ve yaşam biçimi, davranışı güne uygun olmayan, yöntemsiz, ilkesiz, düzensiz (kimse, tutum)" gibi karşılıklar verilmesi TÜMÜYLE YANLIŞ ve dahi insafsızlıktır. Kelîme, İtalyanca " A la Turca" dır ve kelîme karşılığı TÜRK GİBİ demektir. Sözlük mânasına gelince, eğer bir kelîmenin başına geliyorsa, o kelimeye "Türk usûlü, Türk tarzı" mânasını katar. Misal, "alaturka müzik" "Türk usûlü müzik" demektir. Nitekim Wolfgang Amadeus Mozart, 11 numaralı la majör piyano sonatının (K. 311) 3. bölümünü "Rondo alla Turca " (Türk usûlü rondo) olarak isimlendirmiştir. Kimliğinde Türk vatandaşı yazan bir sinema oyuncusu "Türk olarak doğmayı ben seçmedim"  mealinde bir lâf ederken Türk olmaktan nasıl utanıyorsa, yukarıdaki "sözlük" ifâdeleri de aynı kapıya çıkar mâhiyettedir...

Bakiye

 Daha kaç nisan kaldı tül kanatlı çiçekleri görebileceğin, Huzura vâsıl olacağın kaç vakt-i müstesnâ, Hemhâl olacağın ne kadar mutluluk, Daha kaç fırsat kaldı tevbe-i nasuha, Neresindensin ömür denilen bu kısa yolculuğun, Daha kaç menzilin kaldı ...  Elbet geçecek kapından o tamahkâr bezirgân, Yalanla sarmalanmış sîmalar alıp Zamana uygun maskeler vermek için, Sonrasız sıradanlığınla alıp Mutlu olacaksın bir zaman. Kalan zamanı düşünmeden... Daha kaç gün kaç saat kaldı...

İtirafı müşkül bir seraba dair itiraflar

Vardılar. Vâr olmuş olmalılar. Vâr olmaları gerekiyordu. Fakat... İhtimâl iklimi şiirlerde değil yaşamanın içindeymiş... Yok'un aynadaki aksi imiş var; altmış yılın yekûnu da hayalât. Şu hayat denilen Tatar içkisinin bin kerre bin sahneli piyesinin son perdesinin zili çalıyor,  haydi seyre, ey hayâllerim ve seraplarım            -ki siz en vefâlı dostlarım oldunuz... Saman kağıda basılmış on kıtalı bir taşra ağıdının hüznünü yaşamak için ey hâzirun! Gelin ve dinleyin! Hayallerimi ve sükutlarını ve dibe çökmüş kurşun gibi acılara dokunun ruhunuzla. Kan kırmızı canfes perde açıldı, şimdi susmak zamanı. Son perdesi başladı yaşamak denilen şu oyunun. Şimdi hüzün zamanı... Var mıydılar? Var olmuş muydular? Var olmaları gerekiyor muydu?

Kayıplarımız

Ne güzel insanlarımız vardı, merhametli. Kuş evleri yapan... Ne güzel insanlarımız vardı, yardımsever. Komşusu açken tok yatmayan... Ne güzel insanlarımız vardı, hayırhah,  âcizler için vakıflar kuran... Ne güzel insanlarımız vardı, dünyayı kendisine emanet olarak gören... Ne güzel insanlarımız vardı, hayvanları seven, ağaçlar diken... Önce birer birer pir-i fâni oldular sonra dar-ı bekâya göçtüler. Büyüklerini düşünmeyen gençlerimiz, hayvanlara eziyet eden, paradan başka değeri olmayan insanlarımız var şimdi. Tek kıstası madde olan, açgözlü, bencil. *** Ne güzel evlerimiz vardı, bahçeli. Bahçesinde meyve ağaçları olan.. Ne güzel evlerimiz vardı, sığındığımız. Ailenin büyükleri ve küçüklerinin bir arada olduğu... Ne güzel evlerimiz vardı, ferahladığımız . Gölgeli, serin sofaları, mahrem avluları olan... Ne güzel evlerimiz vardı, kerpiçten, taştan, tahtadan. Hımışı, bağdadileri olan... Ne güzel evlerimiz vardı, huzur veren, yuva olan... Önce birer birer terkedildiler, sonra ya yıkıl...

Ne Güzel Hazanlarımız Vardı

 Yermeye kıyamadığımız hüzünlerimiz vardı; hazanlarda serpilen, içimizi titreten... Yağmur çiseltisi, toprak kokusu, bin renkli yapraklar... Elveda diyen meyvelerin bayıltan rayihası... Gittikçe kısalan günlerde bir şeyleri yetiştirmenin, bir yerlere yetişmenin telaşı... Uzak bir iklimden gelen soğukların akşamları hissedilen nefesi... Yağmurun vurduğu camların ardında içilen buğusu tüten çaylar... Nihaventden gelip hicazda eğleşen ve hüzzama doğru hicret eden şarkılar... Hâk ile yeksan olmak üzere dallarla vedalaşan altın renkli yapraklar... Gittikçe artan yalnızlıklar... Velhasıl Ne güzel hazanlarımız vardı, doya doya yaşayamadığımız...

Yağmurlardan sonra

" Yağmurlardan sonra büyürmüş başak " demişti ya Diriliş şâiri, yağmurlu bir yaz gecesinde, yağmur dinip de yıldızlar bulutların arasından  göz kırpmaya başladığında, içimize yağan yağmurlardan sonra neyin büyüdüğü sorusu bir mıh gibi çakılınca aklıma, ihtimaller uç vermeye başladı... Salkım söğütlerin iç gıcıklayıcı yaprak hışırtılarının sofra bezi olduğu gece yarısı sohbet sofraları... Kalbimin, aklımın önünde koştuğu delişmen zamanlar... Sonbahara delicesine vurgun olduğum hüzünbaz yaşlarım... Siyah beyaz Türk filmlerindeki yakıcı şarkıların kalbime kıymık gibi saplandığı yıllar... Sultanıyegâh sirtonun üçüncü hânesine geçemediğim geceler... Erken ikindi vakitlerindeki kalp çarpıntılarım... İhtimallerin peşinde dönüşü olmayan yollara sapmalarım... Kimi zaman bin sebepli kimi zaman sebepsiz bitişler... Kendimden kaçışlarım... Kalbimin derinlerinde uçmaya varmış keşkelerim... Gidip de dönülemeyecek uzaklar... Seslerin duyulamayacağı mesâfeler... İçi içine sığmayan mutlar... ...

Hâdi Baba Kukla Kebap

Resim
Ankara'nın Cebeci Dörtyol semtinde bir Kukla Kebap lokântası vardı. Dörtyolda hemen Ziraat Bankası binasının arkasında mütevazı bir yerdi. Seneler içinde Cebeci Dörtyol'dan -iş ve hayat gereği- uzaklaşınca pek uğrayamaz olmuştum. Daha sonra Konya yolu üzerinde "modern" bir binada Kukla Kebap lokantası açılmıştı. Yıllar sonra bir hafta sonu gezmek üzere Hamamönü semtine gidince eski Kukla Kebap aklıma düştü, hâlâ çalışıyor mu diye bir bakmak istedim. Mâlum, bizde müesseseler pek uzun ömürlü olmazlar. Yeni nesillerce ya o iş sürdürülememiştir veya beğenilmediği için sürdürülmemiştir. Dörtyol ağzındaki Banka binası yıkılmış, oraya yeni bir inşaat başlanılmış. O civardaki birilerine pek de ümitli olmadan sordum Kukla Kebabı, biraz yukarıda olduğunu söylediler. Eski yerinden birkaç dakika daha kuzeyde Kestane Caddesi 43 numarada buldum lokantayı. İsmi, "Hâdi Baba Kukla Kebap" olmuş.    Hadi Baba Kukla Kebap lokantasının girişi Oturup "Kukla Kebap" sipar...

Sîretler ve Sûretler - Hamal Aydın

"Vay be, ne mükemmel birisi, ne çok şey biliyor!" İlk intibanız böyledir onun hakkında. Her konuda sarfedilecek sözü, her duruma uygun esprisi, her meselede ünlü bir kişiden verilecek misâli vardır. Eğer telife değil nakile değer veriyor, araştırmak yerine duyduklarınızla fikir sâhibi olmayı tercih ediyorsanız bu düşünceleriniz uzun süre değişmez. Hatta belki de hiç değişmez; zira o kişinin sarfettiği sözlerin, serdettiği fikirlerin kendisine ait olmadığını, sâdece oradan buradan derlenerek nakledildiğini anlamazsınız. Her hârikulâde sözü, -âmiyane tâbirle- yerine cuk diye oturan vecizeleri o kişinin zanneder, böylece az bilmekten neşet eden bu illüzyonun devamına çanak tutarsınız. Kendi yaşadıklarını ve öğrendiklerini beyninde harmanlayarak kendine ait telif fikir üretemeyen ve başkalarının üretimini taşıyan böylelerine "hamal aydın"dan başka ne denilebilir ki... Hamal aydın, çevresinde kendisinden daha zeki, daha becerikli, daha kâbiliyetli kimselerin olmasını ist...