Kayıtlar

Temenniler etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Yaşanmamış

 Şehrin pisliğinden koruyan ayakkaplarımı ve çoraplarımı çıkararak toprağın nemini ve serinliğini, çakılların ben buradayım diyen sivriliğini hissederek yalınayak yürüsem. Ve ayaklarım, ondan gelip ona gideceğimizin künhüne ermiş olarak toprakla hem-hâl olsa. Ellerimin değdiği toprağın temizliğine iman etse nefsim. Bir ağaç gölgesinin serinliğinde erse içim huzura. Araba gürültülerinin, klâkson bağırtılarının, egzos zehrinin yerini ağustosböcekleri ve kuşların sesleri alsa. Mâvi asumanın mor toprakla vuslata erdiği uzaklara kadar serâser gözümün önünde olsa tabiat. Sonra yere sereserpe uzandığımda, tıpkı çocukluğumda olduğu gibi hiç konuşmadan otlarla sohbet divânı kursam; ufalsam ufalsam ve o otların arasındaki muhayyel bir âlemde seyahat ederken uyku ikliminin teslim alan yağmurlarında yıkansam. Dalların arasından sızan güneş ışıklarının gözkapaklarımda hâsıl etdiği allıkta hayal deryasına dalsam. Hafiflediğimin, uçabildiğimin, ışığa tahvil olduğumun düşünü seyreylesem. Bedenimde...

Sana şiirler yazarken öleceğim

    yeni şiirler yazılacak senin için    içinde her renk ve her iklim ve her saat olacak    ve ben olacağım içinde erguvan çiçekleri ile bezenmiş    seni sâfi çiçek mevsimi yapmak için    hiç bitmeyecek hezar-i hezar bir fasl-ı bahar    sana zamanlar vereceğim,   dakikaları olmayan    her şiir, zamanı sana bir daha bahşedecek    uzak yıldızlar kadar efsunkâr olacak her renk sende    kan rengini bana ver diyecek bu adam sâdece                         ve ölüm rengini    sende kalsın bütün mâviler    bana siyaha dönecek kan rengini ver diyecek..   sana hayat getirecek şiirler yazacağım    ve senden hayata dâir hiçbirşey istemeyeceğim    hayâller yetecek, kimbilir...    senin mâviye boyadığın erguvanl...

Temenniler - Üç

her gün -ki o gün seni dünyaya hediye eden gündür- bir adam şükredecek bir bâdem çiçeği yüklü ince dal'ı dünyâya vâr etdiği için şükredecek vâr oluşuna her gün... tebessüm bin yılın meskûnu olarak serin ve berrak gecelerin huzurunu ve içimin siyahını yokeden bir tül rüzgârı verir bu bâdem çiçeği müptelâsı geç zamanların seyyahına ve o tebessüm her zaman zerresini gönlünün pertavsızı ile devâsa kılar da bana bin kerrat bin kerrat bin çiçek veyâ mâvi ışık veyâ tüy gül yaprağı mesâbesinde güzel ve nârin ve râna ve müstesnâ ve lezîz ve iyi ve hoş ve herne vâr ise lügâtında insanın iyiye dâir hepsi misilli bir mutluluk ânı olarak zerkeder ruhumun bin yıllık boşluklarına... zaman, herşeyden azâde toz pembe bir bâdem çiçeği yaprağı olur bu geç zaman seyyahına uzun ve boş çöl yollarından sonra bulduğu bâdemlik vahânın “sen” serinliğinde içimi bilinmezi bilinire çevirip gül yaprağı vasfında sen duygu...

Temenniler - İki

RÛY-I ZEMÎN Gelse artık... Yollar kısalsa, zaman aksa ve o gelince dursa yeniden... Tüm bilinmezler bala bulansa ve yalnızın panzehiri olarak içimin arastasına demir atsa... Gönül köşkümün başodasına kurulsa ve hiç konuşmadan baksa; âcizi eritene kadar; rûy-ı zemîn deseler bana... Şart kipini hikâye zamanına tahvil etse... Geldi diyemese de lâl olan dilim, gönül kuşum fısıldasa her zerreme "geldi" muştusunu... Ve "gel" dese bana hiç konuşmadan; gel... Gitsem... varsam... yok olsam... *** AHVALİM Sen düşüncesi ısıttığı için ruhumu su alan ayakkabılarla yürüdüm kış günü sana giden yolları, üşümeden. Öyle bir şeydin sen, aslında çok şeydin ve hatta herşeydin.. Bütün yollarım sana gidiyordu ve sana erişmek düşüncesi mihmandarım oluyordu meçhul yollarda. Zamanımın ve ruhumun boşlukları seninle doluyordu ve bu tamamlanış ıhlamur kokulu bal hazzı veriyordu cismime. Tam oluyordum seninle ve tamamsız idim sensiz. Alıcı kuşlar gibi dönüp duruyordum sen dü...

Gözlerde yağmur bulutları olmalı

Sabah işe gitmek için servisin geliş saatini beklerken, birkaç dakika vakit geçirmek için televizyonu açtım. Bundan 40 yıl öncesini konu alan bir dizi film vardı. Üç çocuk babası, emekli bir adam, kanepede uyanınca, kendisine dargın olduğu hâlde, hasta olduğu için gece boyunca başında bekleyen karısını görür yanında. Ona sevgiyle, sitayişle ve mahçup şöyle der: "Sen geldin ya, sen varsın ya çok daha iyiyim. Sen olmayınca ne evin ne de bizim düzenimiz kalmamıştı." Bunları dinleyip seyrederken gözlerimde yağmur bulutları gezdiğini farkettim. Bir şeyi daha farkettim: Öylesine ruhsuz, öylesine hissiz, öylesine maddiyatçı bir hâle gelmişiz ki, şu iki hissî, samimi söz gözlerimizi dolduruyor. Biz ne zaman bu duruma düştük? Nasıl olup da değerlerimizi önemsiz saydık, yok farzettik, unuttuk.. Merhamet, sevgi, saygı, yardım, iyilik, nezaket, nezahet, irfan ne zaman el oldular bize... Kuş evleri yapan bir anlayıştan hayvanları insanlık dışı bir şekilde işkenceyle öldürüp bunun görünt...

Temenniler - Bir

Kapınız çalınsa, açsanız. Ben olsam kapıda üşümüş... yorgun... Bir şiir gibi " üşümüşsün, gel içeri " deseniz; varlığınızla ısıtsanız rûhumu. Bu sıcak hoşgeldin iklimine girince "zaman dursun" desem. Köyümün, ışığı yeşil derelerinin ışıltısı doğsa içimde. Bir yer yatağı yapsanız bana, patiska yastık yüzleri olan ve  " hadi yat, dinlen " deseniz. Sonra elinizi usulca yüzüme dokundurup " uyu ...." deseniz, uyusam. Bâdem çiçekleri içinde çalkanırken rûhum, bedenim temiz çamaşır kokan yatağında, fırtınadan kaçıp kurtulmuş bir gemi gibi dinlense. "iyi ki var olduğunu" hücrelerim terennüm etse. Bir daha hiç uyanmasam...