Kayıtlar

Yanılgılar etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Bulanık Suda Avlananlar - Kuantum

 Zaman zaman belli kelîmeler, mefhumlar "moda" olur, her bir şeyin o'nlusu çıkar meydana. Kuantum gibi. Kuantum (quantum) kelîmesi Latince'de " ne kadar " anlamına gelmektedir. Kelîme için TDK sözlüğünde " Belirli değer alabilen küçük miktar, nicelik. " karşılığı verilmektedir. Kuantum mekaniği veya kuantum fiziği ise atom altı parçacıkları (quark) inceleyen bir temel fizik dalıdır. Hâl böyle olmasına rağmen, pek çok alan, pek çok iş kuantumla ilişkilendirilmeye, böylece o işe/alana önem atfedilmeye, en uygun tâbiriyle bulanık suda kuantum balığı avlanmaya çalışıldığı görülmektedir. "Herşeye kuantum" konusuna ilgi duymam, asıl mesleği hemşirelik olan birisinin "yaşam koçluğuna" soyunması, işini sorunca da "kuantum yaşam koçuyum" demesi ile başladı. Daha sonra ünlü video paylaşım kanalında bir medyatik fizikçinin "quantum computing" konulu bir video paylaşımıyla karşılaşınca düşünmeye başladım, acaba bilgisaya...

Güzel ülkemin bilim insanları

 Tarih TV'de "Gizemli Tarih" programını seyrediyordum. Konu, Mimar Sinan'ın eserleri. Programda dış ses diyor ki " Yerçekimini alt etmeyi başaran dehası bu kez ses hızını dört kez yavaşlatacak akustik bir tasarımı planlamaya başlar." Bahsolunan deha elbette Mimar Sinan. Sonra programın sunucusu Prof. Hikmet Kırık geliyor sahneye. Elinde bir ses şiddeti ölçer (desibelmetre), yanında müezzin ezan okuyor ve Hikmet Kırık ekranda okunan değeri gösteriyor: 96 dB. Sonra Hikmet Kırık, bir köşede oturur hâlde geliyor ekrana, ezan devam etmektedir. Hikmet Kırık kısık bir sesle şunları söylüyor: "İnanılmaz. Merkezle en uzak köşe arasında sadece 5-10 desibel fark var." Bunları söyledikten sonra desibelmetrenin ekranını gösteriyor. Görünen değer 80.4 dB. Bu defa bir başka planda devam ediyor Hikmet Kırık ve diyor ki "Böylece 70 metre uzaktaki bir kişi imamın sesini en ön saftaki cemaatle aynı desibelde duyabiliyordu." Nereden başlamak lâzım bilemiyor...

Yanlış kullanılan kelîmeler, deyimler ve sözler

Sürekli güncellenmektedir. Alaturka Bâzı "sözlük"lerde "Eski Türk töre, 'alışkı' ve yaşama biçimine göre olan", "dünya görüşü ve yaşam biçimi, davranışı güne uygun olmayan, yöntemsiz, ilkesiz, düzensiz (kimse, tutum)" gibi karşılıklar verilmesi TÜMÜYLE YANLIŞ ve dahi insafsızlıktır. Kelîme, İtalyanca " A la Turca" dır ve kelîme karşılığı TÜRK GİBİ demektir. Sözlük mânasına gelince, eğer bir kelîmenin başına geliyorsa, o kelimeye "Türk usûlü, Türk tarzı" mânasını katar. Misal, "alaturka müzik" "Türk usûlü müzik" demektir. Nitekim Wolfgang Amadeus Mozart, 11 numaralı la majör piyano sonatının (K. 311) 3. bölümünü "Rondo alla Turca " (Türk usûlü rondo) olarak isimlendirmiştir. Kimliğinde Türk vatandaşı yazan bir sinema oyuncusu "Türk olarak doğmayı ben seçmedim"  mealinde bir lâf ederken Türk olmaktan nasıl utanıyorsa, yukarıdaki "sözlük" ifâdeleri de aynı kapıya çıkar mâhiyettedir...

Gerçeğin Dayanılmaz Ağırlığı

Resim
Yemek, şiir, sanat tarihi, hâtıralar derken nereden çıktı bu "gerçeğin dayanılmaz ağırlığı" diyebilirsiniz. Haklısınız, böyle rafine konuların arasında bu konu ziyâdesiyle pilav üstüne keşkül bir manzara arzediyor. Lâkin bir arkadaşımın yakınmalarını dinleyince işbu hususta birkaç kelâm sarfetmeyi "moderniteye isyan sadedinde bir manifesto" olarak gördüm. Asrî zamanlar -Charlie Chaplin'in tâbiriyle "Modern Times" ya da frenk türkçesiyle "modern zamanlar" ya da öz (!) türkçe ile "çağdaş zamanlar"- bize pek çok imkânlar sunduğu kadar pek çok görünmez kafeslerde hapsetti ruhumuzu, aklımızı ve varlığımızı. Alın "sanal" ortamları, anlık haberleşme programlarını... Her an, her yerden, her zaman haberleşir, paylaşır, görüntüleşir olduk. Bu programlar, bir yandan her ânımızı ipotek altına alırken bir yandan da sâfiyetimizi bozdular. Gerçek hayatla "sanal âlemin zâhiri doğruları" arasında harb-i umûmi kıyasıya devam ediyo...

Aydın, münevver, entelektüel

Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün siyaset bilimi yüksek lisans programındaki hocalarımdan Kadir Cangızbay basmakalıp "hoca"lardan oldukça farklıydı. Deneysel Amerikan sosyoloji ekolüne şiddetle karşıydı. Her bir cümlesi birer paragraf tutan ilginç makaleleri vardı. Bunlardan birisi de "aydın" hakkındaydı. Bu konuda bir iki kelâm etmek istedim. Günümüzde; aydın, entelektüel, münevver aynı anlamda kullanılan kelîmeler. Bir farkla: Kendisini, -muhafazakâr zıddı olarak- ilerici sayanlar "aydın"ı, özenti batıcılar "entelektüel"i, -pekçoğunun muhafazakârlığın ne olduğunu bilmediği- muhafazakârlar ise "münevver"i tercih ediyorlar. Kendini "konumlandırdığı" yere göre -yâni tümdengelimci bir anlayışla- fikir sâhibi olmayı ve  kelîme seçmeyi sevenlerden başka ne beklenebilir ki... Peki bu üç kelîme -aslında mefhum- birebir aynı durumu mu anlatıyor, aralarında fark var mı diye hiç düşündünüz mü? Öncelikle Nişanya...

"Yanılgı"lar - Efendi

Bilebildiğim kadarıyla otuz kırk yıldan beri "efendi" kelîmesi bir sıradanlaştırma, basitleştirme sıfatı olarak kullanılmaktadır. Gerçekten, önemli erkek şahıslar için "bey" sıfatı kullanılırken, önemsiz erkek şahıslar için efendi sıfatı tercih ediliyor. Nitekim Devlet dâirlerinde memurlar için bey, müsdahdemler için efendi hitabı kullanılmaktadır. Zaman zaman da "efendi" sıfatı tahfif maksatlı kullanılıyor ve böylece bu şekilde hitap edilen şahıs aşağılanmış oluyor. Hatta  efendi kelîmesinin kökünü bilen -veyâ bilmesi gereken- muhafazakâr kalemlerin dahi efendi sıfatını tahfif amaçlı olarak kulandıkları görülmektedir. Peki efendi sıfatı ikinci derecede önemli veya önemsiz şahıslar için mi kullanılmalıdır? Kim beydir kim efendi? Diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da "toplumsal cehaletimiz" sırıtmaktadır. Türkçe etimoloji lügâtında efendi kelîmesinin orta Yunancadaki "avtentis"ten geldiği ve "Şahıs isminden veya meslek un...

"Yanılgı"lar - Nâzım Hikmet

Resim
Birkaç gün evvel, Cem Karaca'dan bir şarkı dinliyordum. "Çok yorgunum, beni bekleme kaptan" diye başlayan. Nâzım Hikmet'in Mâvi Liman adlı şiirinini bestelemiş Cem Karaca. Şiir şöyle:      Mâvi Liman      Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.      Seyir defterini başkası yazsın.      Çınarlı, kubbeli, mâvi bir liman.      Beni o limana çıkaramazsın... Şiire yüklenmiş hasret, hüzün ve umutsuzluk Cem Karaca'nın bestesinde de var. Diğer bâzı şiirlerinde olduğu gibi Nâzım Hikmet'in vatan hasreti -bu şiirde özel olarak, İstanbul hasreti olarak- tecessüm etmişti. Nâzım Hikmet'in bu şiiri ne zaman yazdığını merak edip internette araştırma yaparken okuduklarım, Ülkemizde çıplak gerçeklerin nasıl da çarpıtılabileceğini göstermesi açısından ilginçti.  Şöyle yazıyordu "internet"te: "Ve şair gitgide ümidini yitirir. Hem geçirdiği kalp krizleri, hem de Türkiye hükümetinin vurdumduymazlığı karamsarlığını a...

"Yanılgı"lar - Medeniyet ve çağdaşlık

İngiliz sinema oyuncusu  Anthony Hopkins'in bestelediği "And the waltz goes on" isimli bir vals var. Bir video paylaşım sitesinde bu eseri dinlerken ( https://www.youtube.com/watch?v=xHBI-oxRE6M ) bir yandan da yorumlara bakıyordum. Rusça, İspanyolca, Macarca, İngilizce birçok yorum yapılmıştı. Derken Türkçe bir yorum gördüm. Şöyle yazılmıştı: " Sanat .Muzık.Avrpa Birliği Türkiyeyi dışlamayın.....medeniyetten koparmayın...." Bu yorumu okuyunca aklıma müteveffa eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel geldi. Beethoven'in 9. Senfonisi'ni dinleyen Süleyman Demirel'in, konserden sonra "İşte çağdaş Türkiye bu!" diye haykırdığı yazılmıştı. (  http://arsiv.sabah.com.tr/1997/04/02/y08.html  ) Demirel'in bu çıkışından yola çıkan bir sanat eleştirmeni ise şunu yazmıştı: "Çoksesli müzikle çağdaşlığın bağlantısını bilen devlet adamlarındandı." (  http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/dogan-hizlan/demirel-in-hatirlattigi-29314368  ) Kon...