25 Mart 2020 Çarşamba

Poetika

"Politika yazacakken yanlışlıkla poetika yazmışlar" diye düşünüyorsanız, bu yazıyı okumak için vaktinizi harcamayın.
Evet, şiir hakkında konuşmaya geldi sıra.
"Şiir nedir?" sorusu pek kadim bir sorudur ve cevabı da bir o kadar muhtelif. Bu cevaplar içinde en ilginci Necip Fâzıl Kısakürek'in şu sözü olsa gerektir: "Arı bal yapar fakat balı izah edemez." Bir şair şiir yazar ama şiir nedir sorusuna cevap veremeyebilir; sanatçı ile eleştirmen farkı gibi. Eleştirmen sanatı bilir ama sanatçı değildir. Dilâver Cebeci ise "Şiir izâh edilmemeli, ona sâdece yaklaşılmalıdır." diyor.
Hülasa, bu soruya bir çok cevap verilebileceğini biliyorum; kişinin durduğu yere, hissedişine, kabûllerine ve daha birçok kritere göre şiire yüklenen mânâ değişecektir. Ben de kendi kabûllerime göre şiire bir mânâ yükleyeceğim elbette.
Çok uzun girizgâhlara, zemin hazırlamalara gerek duymadan; "ama"ların, "lâkin"lerin, "fakat"ların bataklığına saplanmadan dosdoğru söylemek istiyorum: Şiir duygu konservesidir.

Bir kimsenin çocukluk hâlini, bir hâdisenin oluş ânını bir fotografla tesbit eder, o hâli, o ânı -adeta- ölümsüzleştirebilirsiniz. Bir anlamda o fotografla bir hâlin, bir ânın konservesini yapar, o hâli ve o ânı sürgit görebilirsiniz.
Peki ya duygular?
Âteşin gözlerin sebep olduğu o bir anlık cezbeyi,
Ömrünüzün ilk yazındaki kırkikindi yağmurlarını,
Bir el temasının ruhunuzda meydana getirdiği yangını,
Sevdiğinizin tahtadan atla göçünün yüreğinizi dağladığı ânı,
İçinizde patlayan volkanları,
Velhâsıl binbir duyguyu resmedebilir misiniz?
İşte şiir bunu yapar. Yaşadığınız ânı, hissettiğiniz duyguyu zapteder, konservesini yapar; daha sonra tadabilesiniz diye.
Murathan Mungan şöyle yazıyor:
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de, aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat 16.00 diye yazmıştın ve 16.04'tü onu bulduğumda.

Bu dört dakikayı ancak böyle zaptedebilir, ancak böyle ölümsüz hâle getirebilirsiniz.

Hemen burada "duygularımızı düz yazı ile anlatmak da mümkün değil mi" sorusu da akla gelebilir ve böyle bir soru elhak doğrudur. Peki ama şiirle nesri farklılaştıran nedir? Fark, şiirdeki ses âhengidir; nitekim Dilaver Cebeci "Şiir sözdür, sestir âhenktir." diyor. İster aruzla, ister hece vezniyle yazılmış olsun ister serbest; ister kâfiyeli, redifli olsun ister olmasın her hâlde şiirde bir âhenk, bir iç melodi vardır ve o âhengi hissetmedikçe şiir okumuyor, şiir dinlemiyorsunuz demektir.
Şiirle nesir arasındaki bir diğer fark da, duyguyu donduran sözler bütünü olan şiirde olmazların mümkün hâle gelmesidir, duyguyu ifâde için kullanılabilmesidir. İsmet Özel'in şu mısralarında olduğu gibi:

çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak

 Esâsen, Cebeci'nin dediği gibi "Şiirde dil mantığından başka aklîlik aranmamalıdır."

---
Meraklısına notlar:
1) Dilaver Cebeci'den yapılan alıntılar şâirin Sitare isimli Kitabından yapılmıştır.
2) Murathan Mungan'dan yapılan alıntılar şâirin Yaz Geçer isimli kitabındaki "Yalnız Bir Opera" şiirinden yapılmıştır.
3) İsmet Özel'den yapılan alıntılar şâirin Erbain isimli şiir kitabındaki "Amentü" şiirinden yapılmıştır.


9 Mart 2020 Pazartesi

"Yanılgı"lar - Efendi

Bilebildiğim kadarıyla otuz kırk yıldan beri "efendi" kelîmesi bir sıradanlaştırma, basitleştirme sıfatı olarak kullanılmaktadır. Gerçekten, önemli erkek şahıslar için "bey" sıfatı kullanılırken, önemsiz erkek şahıslar için efendi sıfatı tercih ediliyor. Nitekim Devlet dâirlerinde memurlar için bey, müsdahdemler için efendi hitabı kullanılmaktadır. Zaman zaman da "efendi" sıfatı tahfif maksatlı kullanılıyor ve böylece bu şekilde hitap edilen şahıs aşağılanmış oluyor. Hatta  efendi kelîmesinin kökünü bilen -veyâ bilmesi gereken- muhafazakâr kalemlerin dahi efendi sıfatını tahfif amaçlı olarak kulandıkları görülmektedir.

Peki efendi sıfatı ikinci derecede önemli veya önemsiz şahıslar için mi kullanılmalıdır? Kim beydir kim efendi? Diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da "toplumsal cehaletimiz" sırıtmaktadır. Türkçe etimoloji lügâtında efendi kelîmesinin orta Yunancadaki "avtentis"ten geldiği ve "Şahıs isminden veya meslek unvanından sonra tahsilli kimse, memur, şehirli için kullanılan anma ve hitap şekli" olduğu belirtilmektedir. (Tietze, 690)

Şemseddin Sâmi'nin Kâmus-ı Türkî isimli büyük lügâtında ise efendi kelîmesi için "Ta'zim unvanı olub, başlıca okumuşlara ve ulema ile erbab-ı kaleme mahsusdur." denilmektedir. (Sâmi, 138)
 Ahmed Vefik Paşa'nın Lehce-ı Osmanî adlı eserinde ise bu kelîmenin "okuryazar kişilere, ulema mensuplarına ve şehzadelere özgü unvan" olduğu aktarılmaktadır.  (Nişanyan Sözlük)

Görüldüğü üzere efendi sıfatı ta'zim (ululama, yüceltme) maksatlı olup; tahsilli (okumuş) kimselere, âlimlere,  kalem erbabına ve nihayet şehzâdelere verilmesine bakılarak oldukça önemli bir hitap şekli olduğu su götürmez bir hakikattır. Ecdad, okumuş kesime efendi hitâbını lâyık görürken, askerî sınıftan olan ileri gelenler için "bey" sıfatını kullanmıştır.

Hâl böyle olmakla birlikte, kısmen bilmemekten kısmen de eskiye olan düşmanlıktan efendi sıfatı özünü kaybetmiş, neredeyse basit bir hakâret ifâdesine dönüşmüştür.

Diğer pek çok konuda olduğu gibi kelîme ve mefhumları kökünden, aslından uzaklaştırmak veya uzaklaştırmaya yardım edecek her teşebbüs bizi "biz" olmaktan biraz daha uzaklaştıracaktır. Lütfen özünü bilmediğiniz kelîmeleri yerli yersiz kullanmayın; behemahal kullanmak istiyorsanız aslını öğrenin. 

---
SAMİ, Şemseddin, Kâmus-ı Türkî, 7b. Çağrı Yayınları, 1996, İstanbul.
TİETZE, Andreas, Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lügatı, Simurg Yayınları, 2002, İstanbul  Viyana. (1. ciltten sonraki ciltler yayınlanmamıştır)
[ Ahmed Vefik Paşa, Lehce-ı Osmanî, 1876]

Tarihi Sultan Sofrası - Mardin

 Mardin Kalesi'nin eteklerinde kurulmuş eski Mardin'de 1 Numaralı Cadde üzerinde kasaplar çarşısının girişinde yer alan bir esnaf lo...