26 Kasım 2021 Cuma

Kat-ı Zeban

 Hadi, çocukluğunun bakkal dükkanında farzet kendini. Nemli bisküvi kokusunu hisset. 

Sonra kopya kalemiyle semaya çizilmiş devâsa resimler girsin rüyana. 

Akşam üstü oyunlarını terketmenin zorluğu sarsın içini. Bir yanda seni tatlı bir ökse gibi çeken oyun diğer yanda seni gerçeğe çağıran ses. Oyun arkadaşlarının kurnazlıkları, çocukça hesapları, benmerkezci hasetleri... 

Ve sen kendini anlatamayan çocuk.

Yok, hayır.. çocukluğunun bakkal dükkanlarından çık ve seni evinden uzak bir gurbete götüren o şehirlerarası otobüsün mazot kokulu iklimine sığın.

Yok artık o bakkal dükkanları.

Sararmaya yüz tutmuş başakların arasında çocukluğa baş kaldıran koşuşturmalar da. O başakların boy verdiği tarlalar otların istilâsına uğramış, o tarlaların olduğu köy ışığı sönen bir lamba gibi şimdi.

Sonra ikindi vaktinin sersemletici ikliminde gezilen havuz başları da. Mâviden yeşile kayan ummanlar da. Şimdi ikindiler siyah-beyaz işlere hasredilmiş hâlde ve ummanların hayâli dahi fersah fersah ötelerde...

Saklanan küçücük yâdigârlar yitiklerin birer cüzü şimdi. Sorsam hatırlanmaz belki de, o kadar yitik, o kadar eski, o kadar yokmuşlar...

Avuçlardan çıkan ırmaklar ırak bir iklimin sam yeliyle kurumuş ve artık gözlerde yağmur bulutları gezmiyor... Duygular şimdi maktûl...

Bu kurak vâdide bir tek şiir kalmıştı hayatta; zaman denilen kaatil ona da uğradı ve nihâyet şiir de öldü.

Yokların muhasebesi de yok.

Ve menaif-i âmme için kat-ı zeban dahi yok.


Zeyl: Hem-zebân dahi olmadığı hususu işbu lâyihaya zeyl ve beyan olunur.

Hâşiye: İşbu lâyihanın anlaşılamaması hâlinde kamusa müracaata gerek yoktur. Anlaşılamıyorsa anlamak için çaba sarfetmek beyhudedir.

25 Kasım 2021 Perşembe

Sîretler ve Sûretler - Mut Emici

 Hani bir çocuk filminde "ruh emici"ler vardı. Kendi ruhları olmadığı için yakaladığı insanların ruhunu emiyorlardı. İşte mut emiciler de başkalarının mutluluğunu emerek mutsuzluklarını gidermeye çalışırlar; zira kendilerinde mutlu olabilecekleri hiç birşeyleri yoktur.

Mut emici, mutlu insan görmeye dayanamaz; zira kendisi hiç mutlu olmamıştır. Bunun için çeşitli yollarla mutlu insanların mutluluklarını yıkmaya, yok etmeye çalışır. Mutlu insanların sâhip olduklarını küçümser, kulp takmaya çalışır, kötüler, gerekirse iftira atmakdan dahi çekinmez. Yeter ki mutlu olan mutluluğunu kaybetsin.

Asla sâhip olamadığı mutluluğun yokluğu ruhunu zifiri karartmış, yüreğini garez gömüğünün bataklığı hâline getirmiş velhâsıl iç dünyası çirkinliğin zifti ile kaplamıştır. Dahası sîretinin çirkinliği sûretine de vurmuştur. Bu sebeple sûreten güzel olanlara dayanamaz. Mut emici çirkindir. 

Sûreten güzel olmadığından kendisini soyut niteliklerle vasıflandırarak egosunu tatmin etmeye çalışır. Bunun için etraflarında sürekli kendini ululayacak, hiç birisi sûreten kendisinden güzel olmayan bir bağımlılar güruhu barındırır ve bu güruhu kaybetmemek için elinden geleni yapar. Mut emici kibirli ve komplekslidir. 

Benmerkezciliğinin bir sonucu olarak sâhip olamadıklarını önce önemsiz göstermeye çalışarak küçümser,  sonra alay eder. Hep ön planda olmak ister. Eğer başarılı olamazsa önce kendini ortamdan soyutlayarak karşısındakilere değer vermediğini göstermek ister, sonra sudan bahanelerle maraza çıkarır ve ortamı terkeder. Mut emici hasistir.

Kendisinin sâhip olmadığı hiçbir bilgi önemli değildir.  Dolayısıyla mut emici için gerçek değil doğru önemlidir, kendi doğrusu. Kendi doğrusunu da açık bir şekilde dile getirmez, getiremez. Dile getirmez; zirâ bildiğinin basit olduğunun bilinmesini istemez. Bunun için üç-beş bilgi kırıntısını şişirir, süsler, meslekî jargonlara boğar, sofizmin şâhikasına çıkar. Mugalatada kimse eline su dökemez. Düşünür ki karşısındaki söylediklerini ne kadar az anlarsa o kadar bilgili olduğunu zannedecektir. Dile getiremez; zirâ güzellik kıtlığı ikliminde yaşamaktan dolayı belâgata da yabancıdır. Mut emici câhildir. 

İçinden geçenleri asla yüze söylemez; samimiyeti bir sürüngen soğukluğundadır. Arkadan konuşmak, kendi güruhu hâricindekileri kötülemek vazgeçemediği gıdasıdır. Mut emici mürâîdir. 

Hiç mutlu olmayan ve olamayacak olan, acınası bir psiko ve sosyo patolojiyle muztarip bu kimselerle yolunuz dilerim hiç kesişmez.

23 Kasım 2021 Salı

ADOY'dan İzlenimler - 1) ADOY Gezegeni'ne nasıl gittim

 Şimdi hayatta olmayan bir arkadaşım seneler önce "astral seyahat" diye birşeyden bahsetmişti. Arkadaşım, kendisini tâbi tuttuğu belli bir eğitimle bu kâbiliyeti kazandığını, artık istediği zaman bir nevi trans hâline geçerek astral seyahate çıkabildiğini, böylece istediği yere gidebildiğini söylemişti. Başta oldukça tuhaf hatta saçma gelen bu fikir, zihnimin geri plânını hep meşgul etti. Okumaya araştırmaya başladım.

Bu arada, ilginç bir kitap okudum.

1949 Almanya doğumlu Michaela isimli bir genç kız, babasının işi gereği geldiği Türkiye'de bir Türk'e âşık olup evlenir ve müslüman olur. İsmi de  Michaela Mihriban Özelsel olur. Daha sonra, özel hayatındaki hâdiselerden kaynaklı bâzı hissî sıkıntıları sebebiyle halvete girmeye karar verir, çeşitli teşebbüslerden sonra buna muvaffak da olur. İstanbul'da bir evde yaşadığı 40 günlük "hâlveti"nden yola çıkarak kaleme aldığı "Halvette 40 gün - Psikolog Dervişenin Halvet Günlüğü ve Bilimsel Çözümlemesi" adlı kitapta (*) fevkalade ilginç bilgiler vardı. Kitabın arka kapağında şunlar yazıyordu:

"1990 başlarında, Üsküdar'da, derme çatma, birkaç katlı bir apartmanda, soğuk ve eşyasız bir odada dünyayla ilişki görünürde kesilirken, belki de asıl hayat su yüzüne çıkar; beden latifleşir, ruh genişler, saplantı nevrozları çözülmeye durur. İnsan, asıl hayat ve maceranın içine gömülür.. Çocukluktan evliliğe, akademik bilgiye kadar pek çok şey gözden geçirilir. Ama artık bir iç gözdür bu bakan."

Kitabın, 2. bölümünde verilen ve fizyoloji ile nörolojinin ve endokrinolojinin etkileşiminin nelere yol açacağı konusundaki bilgiler oldukça ilginç idi. Bundan sonra daha çok okumaya, araştırmaya, küçük öz-denemeler yapmaya başladım. Aradan yıllar geçti.

Bu denemeler esnâsında bir gün sanki bir duvar yıkıldı ve başka yerlere gidebildiğimi gördüm. Evet, astral seyahatin ne olduğunu anlamıştım. Böylece bir çok yerleri gezdikten sonra, dünya dışına çıkılıp çıkılamayacağını düşünmeye başladım. Bir gün bir duvar değil amma bir sur yıkıldı ve bir solucan deliği (**) vasıtasıyla dünyanın dışına seyahat yapabilmeyi de keşfettim. Bu seyahatlerimde pek çok ilginç yerler gördüm. Ancak bunlardan birisi, üzerinde canlıların yaşadığı Adoy adlı bir gezegen, dünyaya çok benzeyen bir yerdi.

Atmosferi, iklimi, yaşayan canlıları, dilleri, inançlarıyla Dünyanın ikizi sanki.

Neler gördüm bu Gezegende neler... Bu gezegende görüp duyduklarımı sizlerle paylaşmak istedim. İstedim ki tuhaf şeylerin sâdece bizim dünyamıza mahsus olmadığını göstereyim de bir nebze olsun rahatlayın.

----

(*) ÖZELSEL, Michaela Mihriban, Halvette 40 Gün, Kaknüs Y., 2b., İstanbul, 2003.

(**) Solucan deliği: (Einstein–Rosen köprüsü ya da Einstein–Rosen solucan deliği) Uzay zamandaki farklı noktaları birbirine bağlayan spekülatif bir yapıdır. 1935 yılında Albert Einstein ve Nathan Rosen, Genel Görelilik kuramını kullanarak uzay-zaman içerisinde köprülerin varolduğu önermesinde bulunmuşlardır.

( https://tr.wikipedia.org/wiki/Solucan_deli%C4%9Fi )

12 Kasım 2021 Cuma

İstanbul hâlâ Dersaadet mi?

Dün akşam "yayla çalınan tanburla" (*) icra edilen müzik dinlemek istedim. Âdet olduğu üzere, bir video paylaşma sisteminde arama yaptığımda karşıma 19.04.2016 tarihli "Sadun Aksüt | Bir Üstad Bir Saz: Yaylı Tanbur" adlı bir yayın çıktı.

Üstad Sâdun Aksüt'ün anlattıklarını dinlemeye başladım. Üstad, felâket derekesindeki trafiği sebebiyle artık İstanbul'da araba kullanamadığını söyledikten sonra, İstanbul'a dâir bir şiirini okudu. 2004'te yazılmış şiirinde Aksüt şöyle diyordu:

Bu şehir

Artık benim bildiğim

İstanbul değil.


Ne Kalamış'dan huzur alınır

Ne Marmara'nın koynuna girilir


Geçmişdeki hoş geceler

Körfez'deki dalgın sularda kaldı

Baksak da göremeyiz

Sahilleri kirlilik aldı.


Bunu dinlerken aklıma Necip Fâzıl Kısakürek'in "Canım İstanbul" şiiri geldi. Sultan'üş şuara  (**) "Canım İstanbul" şiirinde,

Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;

Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.

dedikten sonra

Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;

Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar..

demiş.

Necip Fâzıl Kısakürek'in Canım İstanbul şiiri 1963 yılında yazılmış, Sâdun Aksüt'ün Şiiri ise 2004'te. Aralarında 41 yıl, evet sâdece 41 yıl var. 41 yılda bakan gözler mi değişti yoksa İstanbul mu?

Bana göre İstanbul...

İstanbullu olmayan, İstanbul'u arada bir ziyaret eden birisi olarak söylüyorum bunu..

Bir zamanlar bir tatlı huzur alınan Kalamış'a da gittim, şiirlere, şarkılara ve tablolara konu olan Üsküdar'a da, Ada'ya da...

"Şen gönüller yatağı" olarak vasfedilen Boğaziçini de gördüm karınca kararınca..

Gürültüsüyle, karmaşasıyla, kalabalığı ile, pahalılığı ile İstanbul sâdece maddeye tahvil oldu. Ruhunu Cibali'nin kuyularından birisine müebbeden hapsetti İstanbul tufeylileri.

Çıkın târihi yarımadayı dolaşın. Birkaç saaatlik bir dolaşmadan sonra pes edecek, kendinizi bu Şehirden bir ân önce kurtarmaya bakacaksınız.

Yahya Kemal Beyatlı'nın "Bir Başka Tepeden" adlı şiirini yazarken baktığı, bakabileceği kaç tepe kaldı İstanbul'da? Acaba Şimdi yaşasaydı Beyatlı yine

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,

Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.

Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

 mısralarını yazabilir miydi...

Artık megaşehirmiş... metropolmüş... Buyrun sizin olsun...

Bu şehir, artık üstüne şiirler yazılan, şarkılar bestelenen İstanbul değil. Dersaadet (***) hiç değil...

Abdullah Biraderler tarafından çekilmiş ve 1895 öncesi Laleli Camii ve etrafını gösteren bir fotograf

----

Meraklısına notlar:

(*) Sâdun Aksüt'ün dediği gibi bu çalgının adı "tanbur"dur, tambur değil. Ayrıca "yaylı tanbur" ifadesi de yanlıştır, doğrusu "yayla çalınan tanbur"dur.

(**) Sultan'üş şuara: Kelime anlamı olarak şairler sultanı demektir. Bu ifâde hususî olarak Necip Fâzıl Kısakürek için kullanılır.

(***) Dersaadet: Kelime anlamı olarak "saadet kapısı" demektir. Bu kelîme husuî olarak İstanbul için kullanılır.

5 Kasım 2021 Cuma

Sîretler ve Sûretler - "Kaave" Bıçkını

 Bu tip, "kahvehâne" veya -genel kullanım olarak kısaltılmış şekliyle- "kahve" demek yerine çoğunlukla böyle telaffuz eder bu kelîmeyi; başka hususlarda yaptığı yanlışlar gibi.

Bir sahne canlandırın hayalinizde: Bir kahvehânede pişbirik oynayan dört kişi. İskambil kağıtları dağıtılır, masadakilerden birisi elindeki dört kağıttan birisin ayırarak masanın üstüne kapalı olarak bırakır. Bunu yaparken de "Aha bunu ayırıyorum" der çok bilmiş bir edâ ve sîretine yapışık bir kibir ile. Eğer o elde  ezkazâ o kağıdın değer olarak aynısı atılır ise yere, yere kağıt ayıran kişi, -kağıdı masaya vururken çok ses çıksın diye- orta parmağını hafifçe sivrilterek vurduğu yumruk eşliğinde ayırdığı kağıdı "Ben demiştim" diyerek atar. Bunu yaparken, kendince büyük bir is yapmış olmanın, ne kadar usta olduğunun, ne kadar bilge olduğunun işareti yüzüne yayılan müstekreh bir sırıtmada kendini ele verir.

Peki ya ayırdığı kağıdın eş değeri atılmaz ise o elde? Bizim bıçkın hiç bir şey olmamış gibi atar ayırdığı kağıdı yere; bunu yaparken zaman zaman "vay çıkmadı görüyor musun" diyerek kendini -kendince-sağlama almaya çalıştığı da olur. Bütün kazançlar kendi özelliğinin sonucudur bu tipin; bütün kayıplar da başkalarının. Kazancını, başarısını, üstünlüğünü adeta göze sokarcasına abartarak ilan eder. Başarısızlığını ânında unutur ve başkalarının hatırlamaması, hatırlatmaması için de elinden geleni yapar. Eğer hatırlatılacak olur ise, kendi dışındaki faktörleri suçlayarak meseleyi geçiştirmeye çalışır. Yapamazsa azıcık çirkinleşir, olayı pejoratize ederek kapatmaya çalışır. Bunda da başarılı olmaz ise karşısındakine açık izafe ederek, çamur atarak ve saldırarak olaydan sıyrılmaya çalışır.

Kaave bıçkını, okumaz; duyduğu ile amel eder. Kendi çıkarlarına uygun olan herşey doğrudur, bunun için üst perdeden atarak çatır çatır tartışır. Yanlışını ortaya koyarsanız önce alay ederek sizi küçümsemeye ve böylece yanlışını kapatmaya çalışır. Yapamaz ise duyduğu ve işine gelen herşeyi mutlak gerçek gibi dayatmaya çalışır. Bunda da başarılı olmaz ise bedeninden de küçük aklına gelen her yola başvurmaktan çekinmez.

Kaave bıçkını eğer erkek ise dünyasının sacayakları para, futbol, araba ve kadındır. Eğer kadın ise -evet, bu tipin kadınları da vardır- internet alışveriş siteleri, evlerde yapılan "besi" ve altın günleri, dedikodu ve erkeklerden şikayettir.

Kültürel bir endişesi yoktur. Kendince bir aşk anlayışı hâricinde mücerret şeylerden hazzetmez. Münevverâne her faaliyet gereksiz ve hatta zararlıdır onun için.

Güç eşittir haktır. Kendisine zarar vermeyen şeyler hakkında düşünmez bile.

Etrafımızda en sık rastlayacağımız tiptir bu.

Bakın göreceksiniz.

Tarihi Sultan Sofrası - Mardin

 Mardin Kalesi'nin eteklerinde kurulmuş eski Mardin'de 1 Numaralı Cadde üzerinde kasaplar çarşısının girişinde yer alan bir esnaf lo...