Şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Kasım 2023 Pazar

Bakiye

 Daha kaç nisan kaldı tül kanatlı çiçekleri görebileceğin,

Huzura vâsıl olacağın kaç vakt-i müstesnâ,

Hemhâl olacağın ne kadar mutluluk,

Daha kaç fırsat kaldı tevbe-i nasuha,

Neresindensin ömür denilen bu kısa yolculuğun,

Daha kaç menzilin kaldı ... 


Elbet geçecek kapından o tamahkâr bezirgân,

Yalanla sarmalanmış sîmalar alıp

Zamana uygun maskeler vermek için,

Sonrasız sıradanlığınla alıp

Mutlu olacaksın bir zaman.

Kalan zamanı düşünmeden...


Daha kaç gün kaç saat kaldı...

20 Aralık 2021 Pazartesi

Zaman Yitiğin Olsun

 

Ey Yageder!

ruhumda mı yoksa beynimde mi veyahutta kalbimde mi

olduğunu bilemediğim fabrika artıklarını

gelişmiş ülkelerin disposible çöplerini

ve geri kalmış ülkelerin sömürge acılarını

pis ve rutubetli ve karanlık ve daracık

bir hücreye kapatılmış

bir klostrofobiğin korkularını

ve içi petrol ve sidik ve sigara zifiri kokan

altmış model

bir uzunyol otobüsünün verdiği bulantıyı

andıran

bir garip duygunun pençesinden

alıpta

beni uzak iklimlerin pembe sislerine

    ve mâvi huzuruna

morfin almış kanserlinin rahatına

ve kötü bir kâbustan uyanan çocuğun

    terli korkusuzluğuna

götüren

huzur kaynağım!

Ey alâim-i semâ!

sakla gittikçe hızlanan şu saati heybene

kurtar huzuru zamanın bukağısından

zaman yitiğin olsun.

Azad et beni korkularımdan

Sodom ve Gomore donanma şenliği kalsın

leyl-i zulmünde zâlimin

Ey sevgili!

Salat-ı tefriciyen olsun

bu zulme lânetin...

24 Temmuz 2020 Cuma

Sana şiirler yazarken öleceğim

   yeni şiirler yazılacak senin için
   içinde her renk ve her iklim ve her saat olacak
   ve ben olacağım içinde
erguvan çiçekleri ile bezenmiş
   seni sâfi çiçek mevsimi yapmak için
   hiç bitmeyecek hezar-i hezar bir fasl-ı bahar
   sana zamanlar vereceğim,
 dakikaları olmayan
   her şiir, zamanı sana bir daha bahşedecek
   uzak yıldızlar kadar efsunkâr olacak her renk sende
   kan rengini bana ver diyecek bu adam sâdece
                        ve ölüm rengini
   sende kalsın bütün mâviler
   bana siyaha dönecek kan rengini ver diyecek..

  sana hayat getirecek şiirler yazacağım
   ve senden hayata dâir hiçbirşey istemeyeceğim
   hayâller yetecek, kimbilir...
   senin mâviye boyadığın erguvanlar
   ve istanbul zamanları olan hayâller
   parmak ucunla dokunduğunda
   içimde ılık karlar yağacak
   volkanlarım kan akıtacak yavaşça
   herşey rengini kaybederken
   son şiirimi yazacağım
mecâlsiz
   karanlıklar örtecek herşeyi benden yana
   kalem bir kuş misâli
                        kalbine kurşun yemiş
   kağıdın siyaha davet eden soğuk yatağına düşecek
   ve elim kalemin üstüne
   zaman bitecek benden yana
   sana şiirler yazarken öleceğim...

6 Temmuz 2020 Pazartesi

Af için sözler


Bir karınca ordusu gibi gelen
      ve bir akıncı gibi giden, kaçan
ölümcesine birden
-hâyır ben bir yalancıyım-
gene bir karınca gibi giden, kopan
Gelme demediğim ve gitme diyemediğim
    -esbâb-ı mûcibesi meçhûl-
Sükûn ve celâlle tereddüdü yaşatan
    -ki önceden de tanırdım-
Sığındığım ve kızdığım ve bildiğim ve bilemediğim
Olur ve olmazların meydana gelmeye korktuğu ey
kısacası sebeb-i tereddüdüm ve dost-u bîteklifim
Tuz ve ekmek hakkından başka
Limon ve ıhlamur hakkı dahi aramızda bulunan
Dostum ve yoldaşım
-çün, pek uzak ve pek kısa yollara birlikte gittiğimiz-
Yanlış zamanda ve yanlış mekânda tanıdığım
Beraber güldüğüm ehl-i dilim
Dağlar ve ovalar ardındaki dost kerre dost
Anlıyor ve biliyoruz
Öyle değil mi?
Yaşanmış üç beş buruk zamâ
Geçmiş bir zamandan 
ve bir boşluktan
yaşanmamışlıktan daha başka bir isimle anacağız
    değil mi?
Henüz bilinmeyen ve kadîm zamanlardan beri hiç bilinmemiş bir isimle
Bir sıcaklık olarak, bir sessizlik
ve kekre bir güzellik olarak...
Velhâsıl öyle ya da böyle
-anlatabilmek de zâten şart değil-
Bir kaç damla su gibi bir şey belki de?
Ya da sessizlik gibi...
Anlayabildiğimiz bir şeylerimiz olacak
Sebeb-i tereddüdüm, ehl-i dilim, yoldaşım
Olmaz zamanda bir mühr-ü hâfi bir yerlerde duracak
İçimde bir yerlerde bir kesilmiş damardan
Bir yerlere hep boşluk dolacak..

20 Haziran 2020 Cumartesi

Zaman bizden aldı bütün sırrını


Âsumanî atlasa bir ucundan safran dökdüğü saatlerde güneşin
İçimin binrenkli kağıdına gözlerimle çizerdim sûretleri eskiden..
oysa tebeşirle çizilmiş bir resim gibi sûretin ...
sûretin ki siyah üstüne beyaz hem
ve bilmemek zehriyle müzeyyen
ve hem
her ân silinmek ihtimâliyle yaralı..

Varılmaz menziller gibi olsa da bilmek
Seni bulmak ümîdi
Ve sensin zannıyla bakdım bütün yüzlere..
Yüzler şeklini kaybederken her dönemeçde eskiden
Şimdi her köşe başının yükü bir ihtimal bulmak..

İhtimâlin kapısı hep aralık olurdu eskiden
ve nârin bir el silerdi
“yasak” kelîmesini ân’ın lügâtinden...

Zaman bizden aldı bütün sırrını ..
Her nisan
ipek bohçalarda rüzgar bulurdum eskiden
Rüzgar ki ayandı
            yüzler gibi
Serindi...

Gelmeyeni beklemek ihtimâli tutuşturdu da
Şimdi Nemrut ateşiyle yanmakda nisan..
Sorma, bu aynı nisan mı diye
değil..

Demek zaman bizden aldı bütün sırrını...
Bilmezim şimdi.


18 Mayıs 2020 Pazartesi

Temenniler - Üç


her gün
-ki o gün seni dünyaya hediye eden gündür-
bir adam şükredecek
bir bâdem çiçeği yüklü
ince dal'ı
dünyâya vâr etdiği için
şükredecek vâr oluşuna
her gün...

tebessüm
bin yılın meskûnu olarak
serin ve berrak gecelerin huzurunu
ve içimin siyahını yokeden bir tül rüzgârı verir
bu bâdem çiçeği müptelâsı
geç zamanların seyyahına
ve o tebessüm
her zaman zerresini
gönlünün pertavsızı ile devâsa kılar
da
bana
bin kerrat bin kerrat bin
çiçek
veyâ mâvi ışık
veyâ tüy gül yaprağı
mesâbesinde
güzel
ve nârin
ve râna
ve müstesnâ
ve lezîz
ve iyi
ve hoş
ve herne vâr ise lügâtında insanın iyiye dâir
hepsi
misilli
bir mutluluk ânı olarak zerkeder
ruhumun bin yıllık boşluklarına...

zaman, herşeyden azâde
toz pembe bir bâdem çiçeği yaprağı olur bu geç zaman seyyahına
uzun ve boş çöl yollarından sonra
bulduğu bâdemlik vahânın “sen” serinliğinde
içimi
bilinmezi bilinire çevirip
gül yaprağı vasfında
sen duygusu ile tahnit et..
"sen" zamanlarında ölümsüzlük adına
senin olayım
sen benim olmadığın kadar..

hadi

22 Nisan 2020 Çarşamba

Bir küçük beyaz martının serencâmı

Girizgâh
ölüdeniz girdaplarının yorgunu
bir geç vakitde denize pek uzak bir kurak vâdide bir küçük martı ile tesadüf etdi geceleyin.. incecik bir daldan damlayacak yağmur damlası gibi ürkekdi martıcık; öylece durdular.. martı, elbisesi tereddüdden bir dikkatle süzüyordu adamı..
kelâmdan başka herşey sükûndu gecenin içinde ve hayâllerden başka; ölüm ânına saklanan hayâllerden..
gece sükûndu.. zifiri sükûn..

***

yorgun yollar her gece o ıssız ve kurak vâdiyi kervansaray eyledi sessizce ve isteyerek ve merakla ve o küçük martıyı görmek umudu ile... martı her gece geldi o ıssız ve kurak vâdiye ve her geçen gün anladı ki bulunduğu daldan kopmakdan korkmuyordu..
ürkekdi martıcık hâlâ, yorgun adama güvenir gibi olsa da..
zamanla adam, martının beyazrengini de gördü gecenin içinde..
sükûn gecelerinin kısa süren serencâmı ve küçük beyaz martının serencamının hikâyesidir bu..

Cihet-i târif
Kalamış'ta akşamın gölgesi
Salacak'da kızkulesinin ışıkları,
Mısırçarşısı'nda safran,
Süleymaniye'de sükûn,
ve Sultanahmet'de hayat gibiydi beyaz martı..

Arz-ı hâl ü hakikat
adam, o vâdideki tereddüd ile bilinmezin hemhâl olduğu bir gece martıya bakıp geç geleceklerin senedi olsun diye demişdi ki:
"Orası bir şairin yalnız gezegenidir, orada sırça köşkler vardır, kolay incinen şeyler..
Beni kıran şeyler yapmayın.. yoksa çok acı çekiyorum o kırılmalardan
 beni "sıradanlık" kırar...
 beni "vefasızlık" kırar...
 beni "şüphe" kırar…
 bir gün uçabilirsiniz, gidebilirsiniz...
 beyaz bir martı olup
 ufukta kaybolabilir
engin denizlere açılıp
 gidebilirsiniz...
 hüzünle bakarım arkanızdan
 amma ses etmem
 ve bir gün
beyaz martıyı hiç göremeyebilirim havada
 içimde bir dal kırılır
 amma yine ses etmem
 kader derim
 mukadderat
 olması gerekendi derim
 olan
 oldu
 ve bir daha o beyaz martının kanat seslerini hiç
 duyamayabilirim
 ve dayanırım buna
 tahammül mülkü yanar amma
 yine de tahammül kalır
yeter ki içimdeki sırça sarayı bilerek yıkmayın...."

Firâke prelüd
“Geç-baharlar ve zamansız İstanbul hayâllerinden
yapılmış bir mâvi kağıda
varlığını resmetdiğinde
bal rengi bir sonbahar ikindisine tahvil olur
zaman
            alıp beni hükmüne..”
olacakdı İstanbul; siz İstanbul olduğunuzda ve ben İstanbul’da olduğumda ve bizim olduğunda İstanbul...
İstanbul Dersaatet'e tahvil olacakdı...
bin kerre bin kerre bin yağmur damlası ağırlığındaydı
İstabul’u Dersaadet yapmanın bedeli
taşıyamam dedi martıcık...
firkat başladı
ateşten bir kar yağışı ile..

Zamansız mektuplar
o ateşten kar altında mektuplar geldi...
kar zamanının vakanüvisi oldu adam ve kayıt düşdü
firkat mevsimine...
...

altı aralık
ilk mektubunu aldım bugün..
o yere gitmek hiç içinden gelmemiş
ne yazacağını da bilmiyormuş
"umarım iyisinizdir" diyordu..
değilim...

sekiz aralık
"merhaba umarım iyisinizdir"
demiş
haber vermek istemiş birşeyleri..

dokuz aralık
"her gün on defa posta yolu gözlüyorum" demiş..
başkaları da vardır posta yolu gözleyen on kerre on defa..

onbeş aralık
bugün mektup yok
ve bugüne kadar..

yirmidört aralık
bugün de mektup yok
ve bugüne kadar
amma bugün o martıyı gördüm
bir dalda dinleniyordu
birkaç dakikalığına
ve sonra âniden uçup kayboldu..

***

mektupsuz geçen günler... haftalar... ay oldu..
hiç dinmedi o kar..

dört şubat
bugün adamın doğum günü..
mektup var postadan
hatır soruyor; "biliyorum belki yine cevap vermeyeceksiniz
amma yinede yeni bir güne merhaba" diyor....

***
hiç dinmedi kar..
İstanbul Dersaadet olmasa da...

2 Nisan 2020 Perşembe

Şiir okumaya dâir

Bir yaz gecesi, saat geceyarısını çoktan geçmişti. Mendelssohn'un keman konçertosunu dinlemek istedim.(*) Gecenin zifiri sessizliği kemanın sesi ile dolmuştu. Bir koltuğa oturdum. Başımı çevirmeden arkamdaki kitaplığın şiir rafından rastgele bir kitap aldım. İsmet Özel'in Erbain isimli şiir kitabıydı. Kitabı araladım, Amentü isimli şiir çıktı karşıma, okumaya başladım.

"İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı"

O da ne? Daha önce de defalarca okuduğum bu sözlerin birden "asıl anlamını" kavramıştım!

"damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı"

Satırlarını okurken birden damarlarımdan kelîmeler boşandı.

"Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak"
diyordu şâir ve bu satırlarını okuduğumda pek çok şeyi kolayca anlamıştım..
Okudum... okudum... yaşadım...

"ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim."

Ne diyor şâir anladım, ne yaşamış bildim, ne hissetmiş duydum..
Amentü şiirini işte o an okumuş olduğumu anladım.
Peki ne olmuştu da bunca zamandır okuduğum bir şiiri ancak anlayabilmiştim? Gece, gecenin zifiri sessizliği, müzik beni şâirle rezonansa getirmiş, şâirin duyguları bana geçmişti. Evet, rezonanstı bu...
Hani telleri çifter olan çalgılar vardır, bağlama gibi, ud gibi. Her bir tel çifti eşit ölçüde gerilir. Bu tel çiftlerinden birisine mızrapla dokunursanız o tel titreşir ve ses verir; ama kendisiyle eşit derecede gerilmiş diğer teli de titreştirerek. İşte budur rezonans. Eğer tel çiftleri eşit derecede gerilmemişlerse , aynı dalgaboyunda değillerse rezonans oluşmaz. Demek ki şiiri tam mânâsıyla anlayabilmek için şâiriyle aynı duygu ikliminde bulunmak gerekiyordu...
Size de olmaz mı bu? Bir şiiri her okuyuşunuzda aynı hisleri mi yaşarsınız? Bâzen bulunduğunuz zamandan ve mekandan ayrıldığınızı, kendinizi şiirin anlattığı zamanda ve mekânda bulduğunuzu hissetmediniz mi hiç? Eğer bu hiç vâki olmamışsa o zaman şiire şiir olarak yaklaşmıyorsunuz, tümdengelimci bir yaklaşımla "başkalarının ne söylediği filtresi" altında kelîmeler topluluğu okuyorsunuz demektir; oysa şiir okumak için zihnin tabula rasa olması gereklidir.

---
(*) Felix Mendelssohn Bartholdy, Mi Minör, Op. 64

25 Mart 2020 Çarşamba

Poetika

"Politika yazacakken yanlışlıkla poetika yazmışlar" diye düşünüyorsanız, bu yazıyı okumak için vaktinizi harcamayın.
Evet, şiir hakkında konuşmaya geldi sıra.
"Şiir nedir?" sorusu pek kadim bir sorudur ve cevabı da bir o kadar muhtelif. Bu cevaplar içinde en ilginci Necip Fâzıl Kısakürek'in şu sözü olsa gerektir: "Arı bal yapar fakat balı izah edemez." Bir şair şiir yazar ama şiir nedir sorusuna cevap veremeyebilir; sanatçı ile eleştirmen farkı gibi. Eleştirmen sanatı bilir ama sanatçı değildir. Dilâver Cebeci ise "Şiir izâh edilmemeli, ona sâdece yaklaşılmalıdır." diyor.
Hülasa, bu soruya bir çok cevap verilebileceğini biliyorum; kişinin durduğu yere, hissedişine, kabûllerine ve daha birçok kritere göre şiire yüklenen mânâ değişecektir. Ben de kendi kabûllerime göre şiire bir mânâ yükleyeceğim elbette.
Çok uzun girizgâhlara, zemin hazırlamalara gerek duymadan; "ama"ların, "lâkin"lerin, "fakat"ların bataklığına saplanmadan dosdoğru söylemek istiyorum: Şiir duygu konservesidir.

Bir kimsenin çocukluk hâlini, bir hâdisenin oluş ânını bir fotografla tesbit eder, o hâli, o ânı -adeta- ölümsüzleştirebilirsiniz. Bir anlamda o fotografla bir hâlin, bir ânın konservesini yapar, o hâli ve o ânı sürgit görebilirsiniz.
Peki ya duygular?
Âteşin gözlerin sebep olduğu o bir anlık cezbeyi,
Ömrünüzün ilk yazındaki kırkikindi yağmurlarını,
Bir el temasının ruhunuzda meydana getirdiği yangını,
Sevdiğinizin tahtadan atla göçünün yüreğinizi dağladığı ânı,
İçinizde patlayan volkanları,
Velhâsıl binbir duyguyu resmedebilir misiniz?
İşte şiir bunu yapar. Yaşadığınız ânı, hissettiğiniz duyguyu zapteder, konservesini yapar; daha sonra tadabilesiniz diye.
Murathan Mungan şöyle yazıyor:
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de, aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat 16.00 diye yazmıştın ve 16.04'tü onu bulduğumda.

Bu dört dakikayı ancak böyle zaptedebilir, ancak böyle ölümsüz hâle getirebilirsiniz.

Hemen burada "duygularımızı düz yazı ile anlatmak da mümkün değil mi" sorusu da akla gelebilir ve böyle bir soru elhak doğrudur. Peki ama şiirle nesri farklılaştıran nedir? Fark, şiirdeki ses âhengidir; nitekim Dilaver Cebeci "Şiir sözdür, sestir âhenktir." diyor. İster aruzla, ister hece vezniyle yazılmış olsun ister serbest; ister kâfiyeli, redifli olsun ister olmasın her hâlde şiirde bir âhenk, bir iç melodi vardır ve o âhengi hissetmedikçe şiir okumuyor, şiir dinlemiyorsunuz demektir.
Şiirle nesir arasındaki bir diğer fark da, duyguyu donduran sözler bütünü olan şiirde olmazların mümkün hâle gelmesidir, duyguyu ifâde için kullanılabilmesidir. İsmet Özel'in şu mısralarında olduğu gibi:

çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak

 Esâsen, Cebeci'nin dediği gibi "Şiirde dil mantığından başka aklîlik aranmamalıdır."

---
Meraklısına notlar:
1) Dilaver Cebeci'den yapılan alıntılar şâirin Sitare isimli Kitabından yapılmıştır.
2) Murathan Mungan'dan yapılan alıntılar şâirin Yaz Geçer isimli kitabındaki "Yalnız Bir Opera" şiirinden yapılmıştır.
3) İsmet Özel'den yapılan alıntılar şâirin Erbain isimli şiir kitabındaki "Amentü" şiirinden yapılmıştır.


Tarihi Sultan Sofrası - Mardin

 Mardin Kalesi'nin eteklerinde kurulmuş eski Mardin'de 1 Numaralı Cadde üzerinde kasaplar çarşısının girişinde yer alan bir esnaf lo...