Kayıtlar

Şiir etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Bakiye

 Daha kaç nisan kaldı tül kanatlı çiçekleri görebileceğin, Huzura vâsıl olacağın kaç vakt-i müstesnâ, Hemhâl olacağın ne kadar mutluluk, Daha kaç fırsat kaldı tevbe-i nasuha, Neresindensin ömür denilen bu kısa yolculuğun, Daha kaç menzilin kaldı ...  Elbet geçecek kapından o tamahkâr bezirgân, Yalanla sarmalanmış sîmalar alıp Zamana uygun maskeler vermek için, Sonrasız sıradanlığınla alıp Mutlu olacaksın bir zaman. Kalan zamanı düşünmeden... Daha kaç gün kaç saat kaldı...

Zaman Yitiğin Olsun

  Ey Yageder! ruhumda mı yoksa beynimde mi veyahutta kalbimde mi olduğunu bilemediğim fabrika artıklarını gelişmiş ülkelerin disposible çöplerini ve geri kalmış ülkelerin sömürge acılarını pis ve rutubetli ve karanlık ve daracık bir hücreye kapatılmış bir klostrofobiğin korkularını ve içi petrol ve sidik ve sigara zifiri kokan altmış model bir uzunyol otobüsünün verdiği bulantıyı andıran bir garip duygunun pençesinden alıpta beni uzak iklimlerin pembe sislerine      ve mâvi huzuruna morfin almış kanserlinin rahatına ve kötü bir kâbustan uyanan çocuğun      terli korkusuzluğuna götüren huzur kaynağım! Ey alâim-i semâ! sakla gittikçe hızlanan şu saati heybene kurtar huzuru zamanın bukağısından zaman yitiğin olsun. Azad et beni korkularımdan Sodom ve Gomore donanma şenliği kalsın leyl-i zulmünde zâlimin Ey sevgili! Salat-ı tefriciyen olsun bu zulme lânetin...

Sana şiirler yazarken öleceğim

    yeni şiirler yazılacak senin için    içinde her renk ve her iklim ve her saat olacak    ve ben olacağım içinde erguvan çiçekleri ile bezenmiş    seni sâfi çiçek mevsimi yapmak için    hiç bitmeyecek hezar-i hezar bir fasl-ı bahar    sana zamanlar vereceğim,   dakikaları olmayan    her şiir, zamanı sana bir daha bahşedecek    uzak yıldızlar kadar efsunkâr olacak her renk sende    kan rengini bana ver diyecek bu adam sâdece                         ve ölüm rengini    sende kalsın bütün mâviler    bana siyaha dönecek kan rengini ver diyecek..   sana hayat getirecek şiirler yazacağım    ve senden hayata dâir hiçbirşey istemeyeceğim    hayâller yetecek, kimbilir...    senin mâviye boyadığın erguvanl...

Af için sözler

Bir karınca ordusu gibi gelen       ve bir akıncı gibi giden, kaçan ölümcesine birden -h â yır ben bir yalancıyım- gene bir karınca gibi giden, kopan Gelme demediğim ve gitme diyemediğim     -esbâb-ı mûcibesi meçhûl- Sükûn ve celâlle tereddüdü yaşatan     -ki önceden de tanırdım- Sığındığım ve kızdığım ve bildiğim ve bilemediğim Olur ve olmazların meydana gelmeye korktuğu ey kısacası sebeb-i tereddüdüm ve dost-u bîteklifim Tuz ve ekmek hakkından başka Limon ve ıhlamur hakkı dahi aramızda bulunan Dostum ve yoldaşım -çün, pek uzak ve pek kısa yollara birlikte gittiğimiz- Yanlış zamanda ve yanlış mekânda tanıdığım Beraber güldüğüm ehl-i dilim Dağlar ve ovalar ardındaki dost kerre dost Anlıyor ve biliyoruz Öyle değil mi? Yaşanmış üç beş buruk zam â nı Geçmiş bir zamandan  ve bir boşluktan yaşanmamışlıktan daha başka bir isimle anacağız      değil mi? Henüz bilinmeyen ve kadîm zamanlard...

Zaman bizden aldı bütün sırrını

Âsumanî atlasa bir ucundan safran dökdüğü saatlerde güneşin İçimin binrenkli kağıdına gözlerimle çizerdim sûretleri eskiden.. oysa tebeşirle çizilmiş bir resim gibi sûretin ... sûretin ki siyah üstüne beyaz hem ve bilmemek zehriyle müzeyyen ve hem her ân silinmek ihtimâliyle yaralı.. Varılmaz menziller gibi olsa da bilmek Seni bulmak ümîdi Ve sensin zannıyla bakdım bütün yüzlere.. Yüzler şeklini kaybederken her dönemeçde eskiden Şimdi her köşe başının yükü bir ihtimal bulmak.. İhtimâlin kapısı hep aralık olurdu eskiden ve nârin bir el silerdi “yasak” kelîmesini ân’ın lügâtinden... Zaman bizden aldı bütün sırrını .. Her nisan ipek bohçalarda rüzgar bulurdum eskiden Rüzgar ki ayandı             yüzler gibi Serindi... Gelmeyeni beklemek ihtimâli tutuşturdu da Şimdi Nemrut ateşiyle yanmakda nisan.. Sorma, bu aynı nisan mı diye değil.. Demek zaman bizden aldı bütün sırrını... B...

Temenniler - Üç

her gün -ki o gün seni dünyaya hediye eden gündür- bir adam şükredecek bir bâdem çiçeği yüklü ince dal'ı dünyâya vâr etdiği için şükredecek vâr oluşuna her gün... tebessüm bin yılın meskûnu olarak serin ve berrak gecelerin huzurunu ve içimin siyahını yokeden bir tül rüzgârı verir bu bâdem çiçeği müptelâsı geç zamanların seyyahına ve o tebessüm her zaman zerresini gönlünün pertavsızı ile devâsa kılar da bana bin kerrat bin kerrat bin çiçek veyâ mâvi ışık veyâ tüy gül yaprağı mesâbesinde güzel ve nârin ve râna ve müstesnâ ve lezîz ve iyi ve hoş ve herne vâr ise lügâtında insanın iyiye dâir hepsi misilli bir mutluluk ânı olarak zerkeder ruhumun bin yıllık boşluklarına... zaman, herşeyden azâde toz pembe bir bâdem çiçeği yaprağı olur bu geç zaman seyyahına uzun ve boş çöl yollarından sonra bulduğu bâdemlik vahânın “sen” serinliğinde içimi bilinmezi bilinire çevirip gül yaprağı vasfında sen duygu...

Bir küçük beyaz martının serencâmı

Girizgâh ölüdeniz girdaplarının yorgunu bir geç vakitde denize pek uzak bir kurak vâdide bir küçük martı ile tesadüf etdi geceleyin.. incecik bir daldan damlayacak yağmur damlası gibi ürkekdi martıcık; öylece durdular.. martı, elbisesi tereddüdden bir dikkatle süzüyordu adamı.. kelâmdan başka herşey sükûndu gecenin içinde ve hayâllerden başka; ölüm ânına saklanan hayâllerden.. gece sükûndu.. zifiri sükûn.. *** yorgun yollar her gece o ıssız ve kurak vâdiyi kervansaray eyledi sessizce ve isteyerek ve merakla ve o küçük martıyı görmek umudu ile... martı her gece geldi o ıssız ve kurak vâdiye ve her geçen gün anladı ki bulunduğu daldan kopmakdan korkmuyordu.. ürkekdi martıcık hâlâ, yorgun adama güvenir gibi olsa da.. zamanla adam, martının beyazrengini de gördü gecenin içinde.. sükûn gecelerinin kısa süren serencâmı ve küçük beyaz martının serencamının hikâyesidir bu.. Cihet-i târif Kalamış'ta akşamın gölgesi Salacak'da kızkulesinin ışıkları, Mısırçarşısı'nda s...

Şiir okumaya dâir

Bir yaz gecesi, saat geceyarısını çoktan geçmişti. Mendelssohn'un keman konçertosunu dinlemek istedim.(*) Gecenin zifiri sessizliği kemanın sesi ile dolmuştu. Bir koltuğa oturdum. Başımı çevirmeden arkamdaki kitaplığın şiir rafından rastgele bir kitap aldım. İsmet Özel'in Erbain isimli şiir kitabıydı. Kitabı araladım, Amentü isimli şiir çıktı karşıma, okumaya başladım. "İnsan eşref-i mahlûkattır derdi babam bu sözün sözler içinde bir yeri vardı ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman bu söz asıl anlamını kavradı" O da ne? Daha önce de defalarca okuduğum bu sözlerin birden "asıl anlamını" kavramıştım! "damar kesildi, kandır akacak ama kan kesilince damardan sıcak sımsıcak kelimeler boşandı" Satırlarını okurken birden damarlarımdan kelîmeler boşandı. "Dilce susup bedence konuşulan bir çağda biliyorum kolay anlaşılmayacak" diyordu şâir ve bu satırlarını okuduğumda pek çok şeyi kolayca anlamı...

Poetika

"Politika yazacakken yanlışlıkla poetika yazmışlar" diye düşünüyorsanız, bu yazıyı okumak için vaktinizi harcamayın. Evet, şiir hakkında konuşmaya geldi sıra. "Şiir nedir?" sorusu pek kadim bir sorudur ve cevabı da bir o kadar muhtelif. Bu cevaplar içinde en ilginci Necip Fâzıl Kısakürek'in şu sözü olsa gerektir: " Arı bal yapar fakat balı izah edemez. " Bir şair şiir yazar ama şiir nedir sorusuna cevap veremeyebilir; sanatçı ile eleştirmen farkı gibi. Eleştirmen sanatı bilir ama sanatçı değildir. Dilâver Cebeci ise " Şiir izâh edilmemeli, ona sâdece yaklaşılmalıdır ." diyor. Hülasa, bu soruya bir çok cevap verilebileceğini biliyorum; kişinin durduğu yere, hissedişine, kabûllerine ve daha birçok kritere göre şiire yüklenen mânâ değişecektir. Ben de kendi kabûllerime göre şiire bir mânâ yükleyeceğim elbette. Çok uzun girizgâhlara, zemin hazırlamalara gerek duymadan; "ama"ların, "lâkin"lerin, "fakat"ların batak...