Yanlış kullanılan kelîmeler, deyimler ve sözler
Sürekli güncellenmektedir.
Alaturka
Bâzı "sözlük"lerde "Eski Türk töre, 'alışkı' ve yaşama biçimine göre olan", "dünya görüşü ve yaşam biçimi, davranışı güne uygun olmayan, yöntemsiz, ilkesiz, düzensiz (kimse, tutum)" gibi karşılıklar verilmesi TÜMÜYLE YANLIŞ ve dahi insafsızlıktır. Kelîme, İtalyanca "A la Turca"dır ve kelîme karşılığı TÜRK GİBİ demektir. Sözlük mânasına gelince, eğer bir kelîmenin başına geliyorsa, o kelimeye "Türk usûlü, Türk tarzı" mânasını katar. Misal, "alaturka müzik" "Türk usûlü müzik" demektir. Nitekim Wolfgang Amadeus Mozart, 11 numaralı la majör piyano sonatının (K. 311) 3. bölümünü "Rondo alla Turca" (Türk usûlü rondo) olarak isimlendirmiştir.
Kimliğinde Türk vatandaşı yazan bir sinema oyuncusu "Türk olarak doğmayı ben seçmedim" mealinde bir lâf ederken Türk olmaktan nasıl utanıyorsa, yukarıdaki "sözlük" ifâdeleri de aynı kapıya çıkar mâhiyettedir.
***
Alelâde
Arapça ale-l-âde(t) ( عَلَى العادة ) kelîmelerinden Türkçe'ye geçmiştir. Buradaki "âdet" kelîmesinin sonundaki (t) harfi (kapalı t harfi) Arapça bir kural gereği okunmamakta -esâsında (h) harfine dönüşmekte- ve kelîme "âde(h) hâline gelmektedir. Tahmin olunacağı üzere "âde" kelimesi Türkçe'ye âdet olarak geçen kelîmedir. Kelîmenin başındaki "ale-l" kısmı ise "olduğu üzere" mânasını vermektedir.
Bu duruma göre alelâde kelîmesi "âdet olduğu üzere", "uygulanageldiği üzere" mânasını vermektedir.
Alelâde kelîmesi için sözlüklerde "bayağı", "sıradan" anlamları da verilmekte ise de kelîmenin bu mânayı verecek şekilde kullanılması yanlıştır.
***
Âlem - Alem
Tellâffuzundan dolayı sıkça karıştırılan iki kelîmedir. Her ikisi de Arapça'dan gelen bu kelîmelerden ilki olan "Âlem" kelîmesinde (ﻋﺎﻟﻢ) baştaki a harfi uzun okunur. Kullanım şekline ve yerine göre kâinat, evren, yaratılmış şeylerin bütünü, bir canlı türünün bütünü (hayvanlar âlemi), herkes (elâlem, âlemin keyfi), topluluk, çevre (edebiyat âlemi) gibi mânalara gelir.
İkinci kelîme "alem" (ﻋﻠﻢ) ise işâret, nişan, sancak mânalarına gelir. Bu kelîmedeki a harfi kısa okunur. Ayrıca, minâre ve kubbelerin en tepesindeki hilâl-yıldızlı -veyâ sâdece hilâl şeklindeki süslemeye de alem denilir.
***
Almak
Almak fiili, maddî hususlar için bir şeyi bir yerden almak mânasındadır. Zaman zaman birleşik fiil olarak da kullanılır. Gayrı-maddî hususlar için de kullanılır. Selâm almak, dua almak gibi. Son zamanlarda almak fiili maksadı ve mânası dışında kullanılır hâle geldi. Duş almak, çay almak, kahve almak vb. Oysa duş "yapılır", çay ve kahve "içilir". Yapmak, içmek gibi çeşitli fiillerin yerine "almak" fiilini kullanmak yanlış olduğu gibi, çeşitli işlere ait fiilleri lisânımızdan uzaklaştırarak zayıflattığı da açıktır.
Bugün TRT'mizin "Türkçe dersi almış" olması gereken nâdide "sipiker"lerinden birisi misâfirine şöyle diyordu: "Şarkının ismini sizden alalım.". Sanki misâfir şarkı ismi veriyor ya da satıyor! Bu "sipiker", aslında "Şarkının ismini siz söyleyin" demek istiyordu. Türkçe bu hamakata mahkûm olmamalı.
***
Ateş olsa cirmi kadar yer yakar
Bu deyim, bir kimsenin yapabileceği işin ancak o kişinin elinden geldiği kadar olabileceğini anlatır. Ancak burada kasdolunan iş umûmiyetle olumsuz mânadaki işlerdir.
Bu deyim zaman zaman "ateş olsa cürmü kadar yer yakar" şeklinde söylenmekteyse de bu söyleyiş yanlıştır. Zira cirim hacim, cürüm ise ağır suç mânasında olup, deyimde kasdonunan kişinin ancak kendi hacmi (cirmi) kadar iş yapabileceğidir.
***
Bizans
Roma İmparatorluğu'nun doğuda kalan kısmına "Bizans" adının verilmesi, bu Devletin tarih sahnesinden yok olmasından tam 104 yıl sonra 1557'de Alman Hieronymius Wolf’un Corpus Historiae Byzantinae adlı eserinde Roma İmparatorluğununun doğuda kalan kısmını ifade etmek için bu kelîmeyi kullanılmasıyla başlamıştır. "Bizans" (!) devleti kendisini "Roma İmparatorluğu" olarak adlandırıyordu.
***
Câmi
Arapça cm kökünden gelen câmi (ﺟﺎﻣﻊ) kelîmesi, cem eden, toplayan, biraraya getiren demektir. Dolayısıyla, müslümanları ibâdet için biraraya getiren yapıya bu özelliğinden dolayı câmi denilmiştir.
Esâsında namaz kılmak için toplanılan yere Arapça "secde edilen yer, secde yeri" mânasındaki mescid ( مسجد ) denilmesi daha uygun ve doğrudur. Ancak günümüzde, sâdece küçük câmiler için mescid (mescit) denilmektedir ki bu kullanım yanlıştır. Bu yanlışlık o dereceye varmıştır ki, Kubbealtı Lugatı isimli internet sözlük sayfasında câmi maddesinde câmi için "büyük mescit" denildikten sonra "Mescitlerde cuma namazı kılınmaz" açıklamasına yer verilmiştir. Doğrusu şudur ki, İslam hukukunda, cuma namazı dinî otorite tarafından izin verilen bir mescitte kılınır ki bu mescide "Mescid-i cuma, cuma mescidi" denilir. Bugün Anadoluda "ulu cami" olarak isimlendirilen mekânlar esâsında cuma mescitleridir.
Câmi kelîmesinin sonundaki ayın harfinden dolayı câmi kelîmesine ek yaparkan dikkatli olmak gerekmektedir. Nitekim "... câmisi, ....camisinden" şeklindeki kullanımı yanlıştır. Doğru kullanımı "... câmii, .... câmiinden" şeklinde olmalıdır.
***
Faks
Lâtince fac simile "benzerini yapmak" mânasındadır. Nitekim bir kitabın aynısını basmak için facsimile ibâresi kullanılagelmiştir ki Türkçe'ye "tıpkıbasım" olarak geçmiştir.
Telefon hattı üzerinden yazı ve görüntü ileten cihaza da bu sebeple facsimile denilmiş ve kısaca fax olarak anılmış olup, Türkçe'de faks olarak kullanılmaya başlanılmıştır.
Geçmişle bağı olan bir kelîme olmadığı için Türkçe'mizi korumak adına faks yerine "belgegeçer" demek gerek.
***
Fenomen
Son zamanlarda necip Türk basınında "fenomen" diye bir iş, meslek uyduruldu. "Filanca sosyal medya fenomeni" diye çarşaf çarşaf yazıyorlar, televizyonlarda bangır bangır söylüyorlar. (Hem sosyal, hem medya ve hem de fenomen kelîmelerinin üçü de Türkçe değil) Bu uğraşla etiketlenen "ünlü" kişinin gerçekte ne iş yaptığı, hangi özelliğinden dolayı ünlü olduğu biz sıradan insanlarca bilinmiyor.
Peki nereden geldi bu fenomen(ler)?
Lâtince phaenomenon kelîmesinden Fransızca'ya phénomène olarak geçen kelîme, Türkiyeliler tarafından Türkçemize bir “meslek” ismi olarak "dıfk edilme"ye çalışılıyor. Türk Dil Kurumu da bu çabaya destek sadedinde "Herhangi bir özelliğiyle dikkat çeken, kitleleri etkileme gücü olan kimse veya nesne" karşılığını ilk sırada vermiş! Külliyen yanlış!
Gerçekten, fenomen için İngilizce sözlükteki karşılık şu: "A fact or situation that is observed to exist or happen, especially one whose cause or explanation is in question." Yâni efendim Türkçe'si şöyle:
"Var olduğu veya gerçekleştiği gözlemlenen, özellikle sebebi veya açıklaması şüpheli olan olgu veya durum."
Dolayısıyla, mısır patlağı gibi birden ortaya çıkan nev-zuhur ünlülere -ve elbette eskilerine- fenomen denilmesi tamamıyla yanlıştır.
***
Font
Matbaacılıkta -ve şimdilerde bilgisyarlarda- kullanılan dizgi harf, rakkam ve işâretlerinin biçimini belirten bir kelîme olup, Türkçede "yazı biçimi" olarak kullanılması gerekir. ("Yazı tipi"ndeki "tip" de batı lisânından alınan bir kelîme olduğundan yazı tipi yerine yazı biçimi tercih edilmelidir.)
***
Hâiz
Arapçadan gelen bu kelîme ( حائِز ) sâhip, mâlik ve taşıyan mânalarına gelir. Hâiz kelimesinden önce gelen kelîme, ismin -i hâlinde olmak üzere kullanılmalıdır. "Şu özellikleri hâiz." gibi. İsmin -e hâliyle kullanılması hatâlıdır. Yâni, "Şu özelliklere hâiz." şeklinde kullanılması yanlıştır.
***
Hâlâ
Şu ân var olan, geçerli olan, süregiden bir durumu ifâde etmek üzere "hâlâ" zarfını kullanırız. Bâzı aklıevveller şapkayı kaldırdılar ya, şimdi bu kelîmeyi "hala" olarak kullananlar var. Oysa hala kelîmesi Türkçe'de babanın kız kardeşini ifâde eder. "Hâlâ gelmedi" yerine "Hala gelmedi" diyorlar; teyze geldi mi acaba?!
***
Haydan gelen hûya gider
Bu deyim, zahmetsizce kazanılan şeylerin kolayca kaybedilebileceği manasında kullanılmaktadır. Oysa gerçek çok farklıdır. "Hayy" Allah'ın sıfatlarından olup, "ebedî hayatla diri" mânasındadır. "Hû" ise “O” mânasında bir zamirdir. Dolayısı ile bu söz "Ebedi hayatla diri (hayy) olan Allah'dan gelen yine O'na gider" anlamındadır.
***
Her halde
Çoğu zaman herhalde olarak bitişik de yazılan bu iki kelîme, pek çok kişi tarafından ihtimâl belirtmek üzere "sanırım", "zannederim" mânasında kullanılmaktadır. Oysa her durumda, her şart altında anlamında mutlaklık belirten iki kelîmedir. "Her halde gideceğim" denildiğinde "mutlaka gideceğim" denilmektedir.
***
İzlemek
İzlemek fiili, bir kimsenin, bir hayvanın veya bir şeyin arkasından gitmek, takip etmek mânasına gelir. Yâni önde giden bir canlı veya nesne olacak, izleyen ise giden şeyin ardından giderek o şeyi tâkip edecek, izleyecektir. "Avını izledi.", "Ali beni izle." Bu fiilin doğru kullanımına örnektir.
Bu fiili, Türkçeye dost olmayanlar "seyretmek" mânasında da kullanıyorlar. İşin en garip tarafı, Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlüğü'nde de bu fiil için "Eğlenmek, görmek, öğrenmek için bakmak; seyretmek" mânası da verilmiş; ne acı. Hep söylediğimiz gibi, birden faklı işi, eylemi bir kelîmeyle ifâde etmek Türkçeyi fakirleştirir. "Televizyon izlemek" kakafonisine gelince: Televizyon bir yere gitmediğinden onu izleyemeyiz; televizyonu seyrederiz. Film izlenmez, seyredilir.
***
Kerata
Pek çok kelîmenin yanlış kullanımında pay sâhibi olan Türk Dil Kurumu'nun Türkçe sözlüğünde kerata kelîmesi için 3 karşılık verilmiş:
1. çekecek.
2. Küçüklere sevgi ile söylenen bir sitem sözü.
3. Karısı tarafından aldatılan erkek.
Kerata kelîmesi Yunanca kheraton (boynuz) kelîmesinden gelir ve Türkçe'de argo "boynuzlu" olarak bilinen kelîmeye denk düşer.
Eskiden ayakkabı çekecekleri hayvan boynuzlarından yapıldığı için ayakkabı çekeceklerine kerata denilmesi bir yere kadar anlaşılabilir olsa da -kelîme köküne istinâden- çocuklara -veya küçüklere- takılmak için kullanılması yanlıştır.
***
Merkep (Merkeb)
Arapça rkb kökünden gelen merkeb "binek" demektir. Eşek, çokça binek hayvanı olarak kullanıldığı için eşek mânasında kullanıldığı da görülmekle beraber, binilen her şey -at, eşek, ve hatta araba- merkebtir. Dolayısı ile eşek mânasında kullanılması doğru değildir.
***
Mezûn
Mezûn kelîmesi günümüzde neredeyse sâdece bir okulu başarıyla bitirmiş olmak için kullanılıyor. "Şu okuldan mezûnum." gibi. Oysa Arapça "izn" kökünden gelen mezûn kelîmesi "izinli, izin almış" mânasındadır. Nitekim "Bu konuda konuşmaya mezun musun?" sorusunda bu gerçek gizlidir. Bu soruyu sorduğumuz kişiye "bu konuda konuşmaya izinli misin, bu konuyu biliyor musun" diye sormaktayızdır.
Bir okuldan mezun olmak, o okulu başarıyla bitirip, o okulun bahşettiği mesleği yapmanıza izin verildiğini gösterir. Dolayısıyla, "şu okuldan mezunum" yerine "şu okuldan mezun edildim" demek gerekiyor. Böylece "şu okulu başarıyla bitirdim ve şu mesleği yapmaya izinli kılındım" demiş olacağız ki doğrusu budur.
***
Misâfir - konuk
Misâfir Arapça'da musâfir (مسافر ) “sefer eden, yolcu” kelîmesinden gelir. Nitekim eskiler kelîmeyi misâfir şeklide değil müsâfir şeklinde kullanılırlardı.
Misâfir yerine şimdilerde "konuk" kelîmesi kullanılıyor. Konuk kelîmesi "konmak" fiilinden "kon" kökünün alınıp "-uk" ekinin ilâvesiyle meydana getirilmiştir. Meselâ:
don-uk : donmuş
aç-ık : açılmış
dön-ük : dönmüş
ez-ik : ezilmiş
düş-ük : düşmüş
gibi.
Bu kurala göre kon-uk kelîmesi esas olarak konmuş mânasındadır.
Gerçekten, konmak fiili Türkçe'de hareket hâlindeki bir şeyin bir yerde durması mânasında kullanılmaktadır. Kuş şu dala kondu. Göçerler şu ovaya kondular. Hazıra konmak, toz kondurmak şeklinde mecâzî kullanımında dahi bir duruma geçip hareketsiz kalmak, bir hâli bir kimse için sâbit hâle getirmek mânaları vardır ki bu kullanım şekli dahi ilk açıklamaya benzerdir.
Dolayısı ile konuk kelîmesi konan şey için kullanılmalıdır. Misâfir kelîmesinde -sefer eden, yolcu mânalarından dolayı- bir geçicilik söz konusu iken konuk kelîmesinde geçicilik her zaman söz konusu değildir. Dolayısı ile konuk misâfir kelîmesini birebir karşılamamaktadır.
***
Mütevazi - mütevâzı
Mütevazi kelîmesi , (ﻣﺘﻮﺍﺯﻯ) Arapça "tevâzі" “paralel yapmak”tan gelir ve paralel demektir.
Mütevâzı kelîmesi ise tevazû (alçak gönüllülük) kelîmesinden gelir ve alçak gönüllü demektir. Dolayısıyla, birisine "alçak gönüllü" demek istiyorsanız mütevâzı demelisiniz; mütevazi değil.
***
Ne ki
Son zamanlarda bâzı "zevat"ça "ne var ki" yerine kullanılma tatsızlığına düçâr olduğumuz kakafonik işkence âleti.
***
Önünde sonunda
Bu ikileme ile kasdolunan "er ya da geç" ile aynıdır. Zaman zaman "eninde sonunda" şeklinde kullananlar ve bu kullanıma dokumacılık zanaatından gerekçe ileri sürenler olsa da, "eninde sonunda" şeklinde kullanılsa dahi ikileme ile kasdolunan husus er ya da geç söylenen hususun gerkeçleşeceğini ifâde etmek olduğu cihetle, "eninde sonunda" şeklinde kullanılması semantik açıdan uygun düşmemektedir.
***
Özeleştiri vermek
Son zamanlarda, televizyon tartışma programlarında ve gazete yazılarında "özeleştiri vermek" deyimini duyar olduk. "Vermek" fiili, cisimler bakımından bir şeyi bir başkasına vermeyi ifade ederken, gayrı-maddî hususlar bakımından bir konuyu bir merciye intikal ettirmeyi ifade eder. Söz gelimi "ifâde vermek" gibi. Bunun hâricinde bir kimsenin kendi kendisini tenkit etmesi, eleştirmesi için "vermek" fiili değil ancak ve ancak "yapmak" fiili kullanılabilir. Dolayısıyla deyimin doğrusu "özeleştiri yapmak"tır.
***
Rakîp (rakîb)
Biribiriyle yarışılan herhangi bir işte biribirini geçmeye çalışan, aynı şeyi elde etmeye uğraşan kimselerden her birisi diğerlerinin rakîbidir. Bu kelîmedeki a sesi kısa okunmalıdır. A sesinin "râkip" şeklinde okunması hatalıdır. Zira, râkip (râkib) Arapça'da binici mânasına gelir. Dolayısıyla, “Benim râkibim” dediğinizde “Benim binicim” demiş olursunuz.
***
Hıyar olarak bilinen -ve ilmî bakımdan meyve sayılan- sebzeye kibarlık olsun diye salatalık denildiğini biliyorsunuz. Oysa, "salatalık", salatası yapılan her türlü zerzevat için kullanılabilecek bir kelîmedir. Buna göre, marul, domates, havuç ilâ... salatalıktır. Dolayısıyla hıyara salatalık demek yanlış olduğu gibi, Türkçemizde bir kelîmenin unutulmasına yol açar mâhiyettedir.
***
Savcı
Türkçe'de "ci", isimden isim yapan bir ektir. Gözcü, biletçi gibi. "Sav" ise iddia, tez mânasına gelen bir kelîmedir. Buna göre "savcı", iddiacı, tezci anlamlarına gelir. Eğer birisinin bir "sav"ı varsa, o kişi savcıdır. Bu kelîme günümüzde cumhuriyet savcılarını ifâde etmek üzere kullanılmaktadır.
Savcı'ya eskiden "müddeiumûmî" denilirdi ki mânası "umum adına iddiada bulunan" demektir. Buradaki "umum" genel olarak kamuyu ifâde eder. Kamu ise, Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlüğünde ilk sırada verilen "Halk hizmeti gören devlet organlarının tümü" olmayıp ikinci sırada verilen "Bir ülkedeki vatandaşların bütünü; amme" demektir. Nitekim kamu kelîmesinin İngilizcesi "public" olup, Lâtince "halk" anlamındaki public kelîmesinden gelir.
Cumhuriyet savcıları kamu -yâni bütün halk- adına iddiada bulundukları için İngilizce'de "public prosecutor" olarak isimlendirilmiştir. Dolayısıyla müddeiumûmî kelîmesi cumhuriyet savcısının yaptığı işi çok güzel ifâde etmektedir.
Günümüzde kullanılan "cumhuriyet savcısı" kelîmesi mâna bakımından hatalıdır. Zira cumhuriyet bir idare şeklini ifâde eder ve kamu, âmme, halk, "public" ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Bu sebeple cumhuriyet savcısı yerine "kamu savcısı" denilmesi daha doğru olacaktır.
***
Sebep - neden
Bugünlerde sebep kelîmesinin yerine "neden" kelîmesini kullanıyor bâzıları. Bu kullanımı doğru bulmuyorum. "sebep" İngilizce'deki "reason" kelîmesinin karşılığı iken "neden" "why" soru kelîmesinin karşılığıdır. "Neden" kelîmesi bir soru sorarken "sebep" kelîmesi bir açıklama getirir. "Neden söyledin" derken "neden" kelîmesini kullanmak gerekirken, bu soruya cevap verirken "Şu sebeple söyledim." deriz.
Hep söylüyorum. Birden fazla kavramı bir tek kelîmeye sığdırmak ancak Türkçeyi fakirleştirir.
***
Suistimal - suiistimal
Arapça'da "sui" kötü", "istimal" ise kullanım mânâsına gelir. Dolayısıyla "suiistimal" kelîmesi "kötü kullanım", "kötüye kullanım" anlamındadır. Bu kelîmeyi suistimal şeklinde kullanmak yanlıştır ve -mizahî bir yakıştırma ile- olsa olsa "su kullanmak" anlamını verir. Suiistimal kelîmesini kullanmak zor geliyorsa, -su kullanmak yerine- cümlenin gelişine göre "kötü kullanım" veya "kötüye kullanım" diyebilirsiniz.
***
Tarîkat
Arapça'da tarîk ( طريق ) yol demektir. -at eki ise Arapça'da çoğul yapmak için kullanılır. Dolayısıyla tasavvuf yollarını ifâde eden "tarîkat" kelîmesi yollar demektir ki İslam dininde tasavvuf esas itibârıyle Allah'a ulaşma yolunu öğretip uygulayan bir sistemi ifâde eder. Tarîk kelîmesindeki ta sesi (tı harfi) kısa seslidir.
Târik ise Arapça'da terk eden, bırakan mânasındadır. Dolayısıyla tasavvuf ekollerini meydana getiren tarîkat kasdolunduğunda kelîmenin "ta" sesinin kısa olarak okunması, seslendirilmesi gerekmektedir. Eğer kelîme "târikat" şeklinde (yâni baştaki t harfinden sonraki a harfi uzun olarak) okunursa terk edenler mânasına gelir.
***
Tecâvüz
Arapça cvz kökünden gelen tecâvüz kelîmesi haddi veya ölçüyü aşma, geçme anlamındadır. Zamanımızda tecâvüz neredeyse sâdece rızâsız ve zorla gerçekleştirilen cinsel hareket için kullanılır olmuşsa da, bu mânada kullanılması yanlış olup; bu maksadı ifâde etmek için "ırza tecâvüz" olarak kullanılması gereklidir.
***
Teşrif
Arapça şrf kökünden gelen teşrîf (تشريف ) kelîmesi şeref verme mânasındadır. Teşrif etmek ismin -i hâliyle kullanılır. Mesela: "Beyefendinin kürsüyü teşriflerini arz ederim." Gibi. Burada, beyefendinin kürsüyü şereflendirmesi kasdedilmektedir. Dolayısıyla "Kürsüye teşriflerini" şeklinde ismin -e hâliyle kullanılması yanlıştır.
Doğru kullanımına misaller:
Evimizi teşrif ettiniz.
Toplantıyı teşrif ettiniz.
Yanlış kullanımı:
Evimize teşrif ettiniz.
Toplantıya teşrif ettiniz.
***
Usul - usûl
Türkçe'de iki tâne "usûl", "usul" kelîmesi vardır. Birincisi Arapça'dan Türkçe'ye geçmiştir ve kökleri asıllar, üstsoy, yöntem, metod mânalarına gelir.
"Onun aslını bilirim", "Usûl ve füruya karşı işlenen suçlar", Bu işin usûlü böyle değildir." Bu cümleler yukarıdaki mânalara misaldir.
İkinci kelîme ise Türkçe "usul" kelîmesidir ki yavaş mânasına gelir. "Usul usul geldi", "Usulca yanıma sokuldu." misallerinde olduğu gibi.
Ama bu kelîmeyi şapkasız kullandığımızda işler karışıyor. Yavaş mânasındaki kelîmede herhangi bir ses uzaması veya incelmesi olmadığı hâlde, Arapçadan geçen kelîmede, kullanılan yere ve kullanılmasına göre ses incelmesi veya ses uzaması gereklidir. Bu yüzden üstsoy, yöntem mânasında kullanıldığında kelîmenin "usûl" olarak yazılması gereklidir.
***
Yanıt
Çeşitli "kesim"lerce "cevap" yerine kullanılan bir kelîme. Pek çok dilbilimciye, hocaya, hâceye, öğretmene, muallim ve muallimeye, gericiye ve ilericiye sordum fakat cevap alamadım bu "yanıt" kelîmesinin kökü ve etimolojisi hakkında. YAN, YANI.. Cevâbı karşılayacak bir "üretim süreci"ne ulaşamıyorum. Uydurma bir kelîme olup, kuşaklar arası kültür iletimini bozan bir virüstür.
(Yukarıdaki "kesimler"den kasıt, bilmeden fikir sâhibi olanlar, kullandığı kelîmelere göre kendisine politik yer belirleyenler, muhafazakâr kültüre itiraf edemedikleri bir düşmanlık besleyenlerdir. )
***
Yasal
Yasal kelîmesi şimdilerde -tıpkı şey gibi- hukuk soslu konuşmanın ve yazmanın vazgeçilmezi oldu. "Bu durum yasal değil. Yasal hakkımı kullanıyorum. Yasal durum şöyledir. Yasal davranış" bu ve bunun gibi onlarca şekilde kullanılıyor. Hadi bilmeyen kullansın, ya hukukçuların bu kelîmeyi kullanmasına ne demeli? Yasal kelîmesi "yasa" kökünden üretilmiş, yasa da bildiğiniz gibi "kanun" demektir. Şu hâlde yasal "kanunî" mânasına geliyor, değil mi? Ancak, uygulamada sâdece kanunî mânasında değil, "hukukî" mânasında da kullanılıyor. Oysa, her kanunî durum hukukî olmakla birlikte, her hukukî durum kanunî değildir. Gerçekten, bir yönetmelikte yer alan hususa temas ederken yasal denilmesi fâhiş hatadır. Dolayısıyla "yasal" kelîmesinin yerli yersiz kullanılması bir karmaşaya, bir kargaşaya, bir yanlışlığa sebep oluyor. Kanunda yer alan hususlar, kanuna göre yapılan işler için kanunî, hukuka ilişkin hususları ifade etmek için de hukukî kelîmeleri kullanılmalıdır.
***
Yunanlı
Türkçe'de -li ekinin görevlerinden birisi isimden bir yere aitlik mânasına gelen isimler yapmaktır.
Nevşehirli, köylü, Amerikalı gibi.
Diğer taraftan, Almanyalı insanlara Alman, Fransalı insanlara Fransız, Yunanistanlı insanlara ise Yunan denilir. Yâni Yunan kelîmesi bir yeri değil, bir milleti ifâde eder. Bu cihetle Yunanlı diye bir kelîme yanlıştır. Zira Yunan diye bir yer, ülke ismi olmadığı için Yunanlı diye bir kelîme de olamaz. Buna rağmen ısrarla "Yunanlı" diyenlere, neden Almanlı, İtalyanlı, Fransızlı demediklerini sormek gerek.
***