Kayıtlar

Bir küçük beyaz martının serencâmı

Girizgâh ölüdeniz girdaplarının yorgunu bir geç vakitde denize pek uzak bir kurak vâdide bir küçük martı ile tesadüf etdi geceleyin.. incecik bir daldan damlayacak yağmur damlası gibi ürkekdi martıcık; öylece durdular.. martı, elbisesi tereddüdden bir dikkatle süzüyordu adamı.. kelâmdan başka herşey sükûndu gecenin içinde ve hayâllerden başka; ölüm ânına saklanan hayâllerden.. gece sükûndu.. zifiri sükûn.. *** yorgun yollar her gece o ıssız ve kurak vâdiyi kervansaray eyledi sessizce ve isteyerek ve merakla ve o küçük martıyı görmek umudu ile... martı her gece geldi o ıssız ve kurak vâdiye ve her geçen gün anladı ki bulunduğu daldan kopmakdan korkmuyordu.. ürkekdi martıcık hâlâ, yorgun adama güvenir gibi olsa da.. zamanla adam, martının beyazrengini de gördü gecenin içinde.. sükûn gecelerinin kısa süren serencâmı ve küçük beyaz martının serencamının hikâyesidir bu.. Cihet-i târif Kalamış'ta akşamın gölgesi Salacak'da kızkulesinin ışıkları, Mısırçarşısı'nda s...

Temenniler - İki

RÛY-I ZEMÎN Gelse artık... Yollar kısalsa, zaman aksa ve o gelince dursa yeniden... Tüm bilinmezler bala bulansa ve yalnızın panzehiri olarak içimin arastasına demir atsa... Gönül köşkümün başodasına kurulsa ve hiç konuşmadan baksa; âcizi eritene kadar; rûy-ı zemîn deseler bana... Şart kipini hikâye zamanına tahvil etse... Geldi diyemese de lâl olan dilim, gönül kuşum fısıldasa her zerreme "geldi" muştusunu... Ve "gel" dese bana hiç konuşmadan; gel... Gitsem... varsam... yok olsam... *** AHVALİM Sen düşüncesi ısıttığı için ruhumu su alan ayakkabılarla yürüdüm kış günü sana giden yolları, üşümeden. Öyle bir şeydin sen, aslında çok şeydin ve hatta herşeydin.. Bütün yollarım sana gidiyordu ve sana erişmek düşüncesi mihmandarım oluyordu meçhul yollarda. Zamanımın ve ruhumun boşlukları seninle doluyordu ve bu tamamlanış ıhlamur kokulu bal hazzı veriyordu cismime. Tam oluyordum seninle ve tamamsız idim sensiz. Alıcı kuşlar gibi dönüp duruyordum sen dü...

Şiir okumaya dâir

Bir yaz gecesi, saat geceyarısını çoktan geçmişti. Mendelssohn'un keman konçertosunu dinlemek istedim.(*) Gecenin zifiri sessizliği kemanın sesi ile dolmuştu. Bir koltuğa oturdum. Başımı çevirmeden arkamdaki kitaplığın şiir rafından rastgele bir kitap aldım. İsmet Özel'in Erbain isimli şiir kitabıydı. Kitabı araladım, Amentü isimli şiir çıktı karşıma, okumaya başladım. "İnsan eşref-i mahlûkattır derdi babam bu sözün sözler içinde bir yeri vardı ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman bu söz asıl anlamını kavradı" O da ne? Daha önce de defalarca okuduğum bu sözlerin birden "asıl anlamını" kavramıştım! "damar kesildi, kandır akacak ama kan kesilince damardan sıcak sımsıcak kelimeler boşandı" Satırlarını okurken birden damarlarımdan kelîmeler boşandı. "Dilce susup bedence konuşulan bir çağda biliyorum kolay anlaşılmayacak" diyordu şâir ve bu satırlarını okuduğumda pek çok şeyi kolayca anlamı...

Poetika

"Politika yazacakken yanlışlıkla poetika yazmışlar" diye düşünüyorsanız, bu yazıyı okumak için vaktinizi harcamayın. Evet, şiir hakkında konuşmaya geldi sıra. "Şiir nedir?" sorusu pek kadim bir sorudur ve cevabı da bir o kadar muhtelif. Bu cevaplar içinde en ilginci Necip Fâzıl Kısakürek'in şu sözü olsa gerektir: " Arı bal yapar fakat balı izah edemez. " Bir şair şiir yazar ama şiir nedir sorusuna cevap veremeyebilir; sanatçı ile eleştirmen farkı gibi. Eleştirmen sanatı bilir ama sanatçı değildir. Dilâver Cebeci ise " Şiir izâh edilmemeli, ona sâdece yaklaşılmalıdır ." diyor. Hülasa, bu soruya bir çok cevap verilebileceğini biliyorum; kişinin durduğu yere, hissedişine, kabûllerine ve daha birçok kritere göre şiire yüklenen mânâ değişecektir. Ben de kendi kabûllerime göre şiire bir mânâ yükleyeceğim elbette. Çok uzun girizgâhlara, zemin hazırlamalara gerek duymadan; "ama"ların, "lâkin"lerin, "fakat"ların batak...

"Yanılgı"lar - Efendi

Bilebildiğim kadarıyla otuz kırk yıldan beri "efendi" kelîmesi bir sıradanlaştırma, basitleştirme sıfatı olarak kullanılmaktadır. Gerçekten, önemli erkek şahıslar için "bey" sıfatı kullanılırken, önemsiz erkek şahıslar için efendi sıfatı tercih ediliyor. Nitekim Devlet dâirlerinde memurlar için bey, müsdahdemler için efendi hitabı kullanılmaktadır. Zaman zaman da "efendi" sıfatı tahfif maksatlı kullanılıyor ve böylece bu şekilde hitap edilen şahıs aşağılanmış oluyor. Hatta  efendi kelîmesinin kökünü bilen -veyâ bilmesi gereken- muhafazakâr kalemlerin dahi efendi sıfatını tahfif amaçlı olarak kulandıkları görülmektedir. Peki efendi sıfatı ikinci derecede önemli veya önemsiz şahıslar için mi kullanılmalıdır? Kim beydir kim efendi? Diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da "toplumsal cehaletimiz" sırıtmaktadır. Türkçe etimoloji lügâtında efendi kelîmesinin orta Yunancadaki "avtentis"ten geldiği ve "Şahıs isminden veya meslek un...

Gözlerde yağmur bulutları olmalı

Sabah işe gitmek için servisin geliş saatini beklerken, birkaç dakika vakit geçirmek için televizyonu açtım. Bundan 40 yıl öncesini konu alan bir dizi film vardı. Üç çocuk babası, emekli bir adam, kanepede uyanınca, kendisine dargın olduğu hâlde, hasta olduğu için gece boyunca başında bekleyen karısını görür yanında. Ona sevgiyle, sitayişle ve mahçup şöyle der: "Sen geldin ya, sen varsın ya çok daha iyiyim. Sen olmayınca ne evin ne de bizim düzenimiz kalmamıştı." Bunları dinleyip seyrederken gözlerimde yağmur bulutları gezdiğini farkettim. Bir şeyi daha farkettim: Öylesine ruhsuz, öylesine hissiz, öylesine maddiyatçı bir hâle gelmişiz ki, şu iki hissî, samimi söz gözlerimizi dolduruyor. Biz ne zaman bu duruma düştük? Nasıl olup da değerlerimizi önemsiz saydık, yok farzettik, unuttuk.. Merhamet, sevgi, saygı, yardım, iyilik, nezaket, nezahet, irfan ne zaman el oldular bize... Kuş evleri yapan bir anlayıştan hayvanları insanlık dışı bir şekilde işkenceyle öldürüp bunun görünt...

Eski Ankara

Resim
Güncelleme: 31.05.2024 Târihi oldukça eskilere kadar giden Ankara konusunda yazılanlara ve söylenilenlere bakıldığında kafanız karışır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara'ya gelen Yakup Kadri Karaosmanoğlu Ankara için "Bir çölün ortasında bir kaya parçasından hiçbir farkı olmayan bu şehir" ve " Bu cansız, soluk ve kirli tabiat" demektedir. Geneli için bu benzetmeleri yaptıktan sonra Karaosmanoğlu şehrin sokakları için: " suyu çekilmiş bir sel yatağı gibi kuru ve ıssız duran "; binalarının duvarları için "insana her dakika fukaralığı, sefaleti, aczi söyleyen, kâh bir uyuz deve sırtı insanın üstüne yürür gibi olan; kâh, taş kesilmiş bir kâbus gibi kafaya, en ağır, en feci, en sıkıntılı rüyaları yığan çamurdan perde"  ve Ankaralılar için de "bu kerpiç duvarlar arasında bir örümcek gibi yaşayanlar" benzetmesinde bulunmaktadır. 1882 târihli Ankara Salnâmesi'nde 38 armut cinsi yetiştiği bilgisine yer verilen; İmrahor Çayı, Ha...

"Yanılgı"lar - Nâzım Hikmet

Resim
Birkaç gün evvel, Cem Karaca'dan bir şarkı dinliyordum. "Çok yorgunum, beni bekleme kaptan" diye başlayan. Nâzım Hikmet'in Mâvi Liman adlı şiirinini bestelemiş Cem Karaca. Şiir şöyle:      Mâvi Liman      Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.      Seyir defterini başkası yazsın.      Çınarlı, kubbeli, mâvi bir liman.      Beni o limana çıkaramazsın... Şiire yüklenmiş hasret, hüzün ve umutsuzluk Cem Karaca'nın bestesinde de var. Diğer bâzı şiirlerinde olduğu gibi Nâzım Hikmet'in vatan hasreti -bu şiirde özel olarak, İstanbul hasreti olarak- tecessüm etmişti. Nâzım Hikmet'in bu şiiri ne zaman yazdığını merak edip internette araştırma yaparken okuduklarım, Ülkemizde çıplak gerçeklerin nasıl da çarpıtılabileceğini göstermesi açısından ilginçti.  Şöyle yazıyordu "internet"te: "Ve şair gitgide ümidini yitirir. Hem geçirdiği kalp krizleri, hem de Türkiye hükümetinin vurdumduymazlığı karamsarlığını a...

"Yanılgı"lar - Medeniyet ve çağdaşlık

İngiliz sinema oyuncusu  Anthony Hopkins'in bestelediği "And the waltz goes on" isimli bir vals var. Bir video paylaşım sitesinde bu eseri dinlerken ( https://www.youtube.com/watch?v=xHBI-oxRE6M ) bir yandan da yorumlara bakıyordum. Rusça, İspanyolca, Macarca, İngilizce birçok yorum yapılmıştı. Derken Türkçe bir yorum gördüm. Şöyle yazılmıştı: " Sanat .Muzık.Avrpa Birliği Türkiyeyi dışlamayın.....medeniyetten koparmayın...." Bu yorumu okuyunca aklıma müteveffa eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel geldi. Beethoven'in 9. Senfonisi'ni dinleyen Süleyman Demirel'in, konserden sonra "İşte çağdaş Türkiye bu!" diye haykırdığı yazılmıştı. (  http://arsiv.sabah.com.tr/1997/04/02/y08.html  ) Demirel'in bu çıkışından yola çıkan bir sanat eleştirmeni ise şunu yazmıştı: "Çoksesli müzikle çağdaşlığın bağlantısını bilen devlet adamlarındandı." (  http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/dogan-hizlan/demirel-in-hatirlattigi-29314368  ) Kon...

Kış başlarken

Hangi sebeple vazgeçilmez bir aşk duyuyorum ona bilmiyorum; uzun zamandan beri böyle. Ama bitti işte. Sonbahardı, hazandı derken bitti. Yağmurlar gitti ve kar geldi. Neler geliyor aklıma hazan denildiğinde bir bilseniz... Çocukluğum geliyor mesela. Sarının binbir tonunun kahverengiye ve toprak rengine yolculuğu geliyor. Sıcacık bir soba başında geçirilecek zamanlara hazırlanmak geliyor. Ayvaların serhoş edici kokuları geliyor. İncecik yağan yağmurda babamın ceketinin altına beni saklaması geliyor. Sonra çocukluktan gençliğe geçiş zamanlarımın bana hazanla hüznü sevdirmesi geliyor aklıma. Gurbetle ilk aşkın yakıcı vâdisindeki yağmurlara iptilam geliyor. Kurtuluş Parkının sonbahar elbiseli hâli geliyor. Nihâyet hayatımın sonbaharında kendimi kandırışlarım geliyor. Bunlar bir film şeridi gibi geçerken içimden, uzaklardan acemkürdî bir vazgeçiş şarkısı çalınıyor kulağıma. Farzet bir rüyaydı, uyandım bitti Farzet bir hayaldi kayboldu gitti Farzet gözlerim bir oyun etti İki gö...

Kitap - Atatürk'ün Mimarının Anıları - Genç Türkiye İnşa Edilirken

     Avusturya'lı mimar Ernst Arnold Egli'nin hatıralarından Türkiye'ye dâir olanları Türkçe'ye tercüme edildikten sonra oldukça iddialı bir isimle "Atatürk'ün Mimarının Anıları" üst başlığı ile T. İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Kitabın alt başlığı ise şöyle: "Genç Türkiye İnşa Edilirken (1927-1940, 1953-1955)" (1)      Bu Kitaba konu edilen Egli'nin Türkiye'ye dâir hatıralarının ontolojik sebebi, 1920'li yılların sonunda Birinci Ulusal Mimarlık Akımı'ndan çok keskin bir vazgeçiştir. Birinci Ulusal Mimarlık Akımı'nın büyük mimarlarından Mimar Vedad Tek'in Ankara'dan -âdeta- "kaçmaya zorlanması"ndan sonra, Mimar Kemaleddin bir yandan Tek'in kalan işlerini toparlarken bir yandan da Gazi Muallim Mektebi'ni (2) inşâ ediyordu. Bu esnada Ankara'ya dâvet edilen Egli, Mustafa Kemal'le arasında şöyle bir konuşma geçtiğini belirtmektedir:      "Kemal Paşa bakışlarıyla b...

İkigai

Resim
Hector Garcia ve Francesc Mirales tarafından kaleme alınan "IKIGAI Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı" isimli bir kitap var. Kitapta ikigai'nin -basitçe- "hep meşgul kalarak mutlu olma" olarak çevrilebileceği belirtildikten sonra,  -yukarıda görüntüsü bulunan Japonca yazı karakterlerinden bahisle- "yaşam", "adamdan sayılmak", "ilk olmak", "zarif" karşılıkları da veriliyor. Kitabı okudukça anlıyorsunuz ki ikigai kişiden kişiye değişiyor ve onu hayata bağlayan amacı, şeyi ifâde ediyor. Yazarlar, Japonya'nın Okinawa adasında yer alan ve uzun yaşayan insanların bulunduğu bir köye de giderek, bu insanların yaşama biçimlerini  ve beslenme alışkanlıklarını da incelemişler. Sıklıkla uzak doğu dinleri ve felsefelerine ait kimi mefhum ve uygulamaları da ele alan kitapta sağlıklı ve mutlu yaşamak için komprime bâzı ipuçları da veriliyor:  Şunlar öneriliyor: Hayata bağlanın. Emekli olmayın. Midenizin sadece...

Yine hazan

Resim
Yine sonbahar geldi. Hangi sebeple bu mevsime son bahar denilmiştir bilemiyorum. Zira bahar  uyanışa açılan bir kapı iken sonbahar, uykuya varış ikliminin menzil hanı gibidir. Bu sebeple "hazan" kelîmesini pek bir sever, bu mevsimin ruhuna pek bir uygun bulurum. Hazan, hüznü de çağrıştırır... Sararan ve ağacını terk ederek toprakla bir olmak üzere yavaşça kendini boşluğa bırakan yapraklar, inceden yağan yağmurlar, kurumuş otların ve sararan yaprakların yağmurla ıslanarak yok oluş yolculuğuna çıkarken bıraktığı o buruk koku, bütün bir tabiatın sarı, turuncu ve kızıl duraklarından geçerek çıktığı yolculuğun ruhta bıraktığı vedâ hissi... Nasıl da alıp ruhunuzu hüzün diyarlarına götürür... Hazanla hüzün arasındaki ses benzerliği nasıl da tenasüplüdür. Bahis hazandan açılınca bir hâtıram geliyor aklıma. Yıllar önce Farsça kursunda iken dersimiz mevsimler idi. Muallime hanım bir yandan bize Farsça öğretirken bir yandan da kendisi bizlerden Türkçe öğreniyordu. Herkese en sevdiğ...

Cumhuriyet -ve demokrasi-

Resim
Yarın 29 Ekim. Türkiye Cumhuriyetinin Cumhuriyet Bayramı. Herkese kutlu olsun. Bu vesîle ile cumhuriyet hakkında bir iki kelâm etmek isterim. Cumhuriyet bir idâre şekli olup, en basit şekliyle devlet yöneticisinin verâset yoluyla -yâni babadan oğula ya da amcadan yeğene- geçmesi esâsına dayanır.   Devlete ve idâreye sâhip yöneticinin -ki monarktır- "yönetme ve başta kalma" hakkının kaynağı konusunda çeşitli kabûller olsa da, esas itibarıyla bu sâhiplik ilahî bir temele oturtulur ve monarkın, hâkimiyetin aslî sâhibi olan Tanrı adına bu yetkiye sâhip olduğu ve kullandığı da teorik olarak dile getirilir. Bu sebeple de monarkın " by the Grace of God of ..." ( tanrının inayetiyle ) monark olduğu, " zıllullah " ( Allah'ın gölgesi ) olduğu belirtilir. Bu anlayış -ya da kabûl- ister istemez asalet mefhumunu, asilleri, "mavi kan" saçmalığını yâni bâzı insanların doğuştan diğerlerinden üstün olduğu basitliğini doğurmaktadır. Bundan dolayı monarşi...

Bizans mı Roma İmparatorluğu mu

Resim
Söz İstanbul'un fethinden açıldığında "Bizans" gündeme gelir. Târihçilerimizden bâzıları "köhne" Bizans devletinden, bâzıları  Bizans  "İmparatorluğu"ndan- bahsederler. Üniversitelerin sanat târihi bölümlerinde "Bizans sanatı" dersleri vardır. Peki Bizans Devleti -veya imparatorluğu- ifâdesi nereden gelmektedir, bu kullanım şekli doğru mudur diye hiç sordunuz mu kendinize? İtalya yarımadasında M.Ö. 27 yılında kurulan Roma Devleti, zamanla büyüyerek Roma İmparatorluğu'na vücut vermiştir. Yapılan savaşlarda kazanılan topraklarla gittikçe büyüyen Roma İmparatorluğu'nda idare merkezi birkaç defa değişmiştir. MS. 235'ten itibaren içine düştüğü fetret devrinden sonra Diocletianus Roma İmparatorluğunu toparlıyor ve biri doğuda, diğeri batıda ikili yönetim sistemi getiriyor. Daha sonra, doğu ve batının "augustus" iki imparatoruna iki de "sezar" eklenerek tetrarşi denilen bir sistem getiriliyor. Kuruluşundan itibaren...