Eski Ankara

Güncelleme: 31.05.2024
Târihi oldukça eskilere kadar giden Ankara konusunda yazılanlara ve söylenilenlere bakıldığında kafanız karışır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara'ya gelen Yakup Kadri Karaosmanoğlu Ankara için "Bir çölün ortasında bir kaya parçasından hiçbir farkı olmayan bu şehir" ve "Bu cansız, soluk ve kirli tabiat" demektedir.
Geneli için bu benzetmeleri yaptıktan sonra Karaosmanoğlu şehrin sokakları için: "suyu çekilmiş bir sel yatağı gibi kuru ve ıssız duran"; binalarının duvarları için "insana her dakika fukaralığı, sefaleti, aczi söyleyen, kâh bir uyuz deve sırtı insanın üstüne yürür gibi olan; kâh, taş kesilmiş bir kâbus gibi kafaya, en ağır, en feci, en sıkıntılı rüyaları yığan çamurdan perde" ve Ankaralılar için de "bu kerpiç duvarlar arasında bir örümcek gibi yaşayanlar" benzetmesinde bulunmaktadır.
1882 târihli Ankara Salnâmesi'nde 38 armut cinsi yetiştiği bilgisine yer verilen; İmrahor Çayı, Hatip Çayı ve Çubuk Çayı, Ankara Çayı, Hacıkadın Deresi gibi su kaynaklarına sâhip olan; Araplar deresi, Cevizlidere, Kirazlıdere, Kavaklıdere, İğdelidere gibi ağaçlık yerleri bulunan; balı, kavunu, elması meşhur olan Ankara için Yakup Kadri Karaosmanoğlu tarafından yapılan benzetmelerin ne derece doğru olduğu tartışmalıdır. Gerçekten, Ankara'nın etrafının çok yakın tarihlere kadar tamamıyla üzüm bağlarıyla çevrili olduğu bilinen bir husustur. Nitekim 1861'de Ankara'yı ziyaret eden Georges Perrot, Ankaralıların yılda iki defa bağlara göç ettiğini yazmaktadır.
Nereden baktığınıza bağlı olarak değişen subjektif değerlendirmeler bir yana bırakılarak Ankara için kısa bir kaç bilgi verilecek olursa şunlar söylenebilir:
Şu an bildiğimiz kadarıyla Ankara, Keltlerin, Galatların, Romalıların, Selçukluların ve Osmanlıların yerleşim yeri olmuştur.
Eski Ankara'nın "akropolis"i Kale değil, Kalenin kuzey batısında yer alan ve şimdi Hacıbayram Camii'nin olduğu yüksekçe yerdir. Nitekim burada Frig döneminde tanrı Men adına yapılmış bir tapınak olduğu,  Galat döneminde de  burasının kutsal bir tapınak olarak kullanıldığı ve Roma döneminde buraya Augustus Mâbedinin yapıldığını biliyoruz.
Ancak şu anda bildiğimiz Ankara, -pek çok eski şehirde olduğu gibi- Kalenin etrafında kurulup hayat bulmuştur. Nitekim, Ankara Kalesinin etrafında pek çok han vardır ki bunların bir kısmı bugün dahi varlığını sürdürmektedir. (Bu konuda https://bildirir.blogspot.com/2019/06/ankarada-hanlar-bolgesi.html adresindeki yazımda geniş bilgi bulabilirsiniz.)
Tarihî belgelere bakacak olursak, Ankara'nın tarihî topografyasını daha iyi anlayabiliriz.
Aşağıda görüntülerine yer verilen Tournefort tarafından çizilen 1712 tarihli bir gravürde ve 18 yüzyıla ait anonim bir resimde Ankara'nın üçlü bir sur sistemine sâhip olduğu görülmektedir. En içte ve en yüksekte iç kale, bunun hemen dışında -bugün de kalıntıları bulunan- ikinci bir sur silsilesi ve nihâyet şehri tamamen ihata eden bir dış sur vardır. En iç surun çevrelediği yer içkaledir. Burada Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılan (bâzılarına göre tâmir ettirilen) ve bugün de açık olan bir cami vardır. İkinci sıra surlar, Ulus'tan bakılınca görülebilen dış kale surlarıdır.
En dışta kalan surlar artık yoktur ve bu surun kabaca Dışkapı'dan Ulus'a doğru gelen Çankırı Caddesi, Opera meydanının kuzeyi, Denizciler Caddesi, Yahudi Mahallesi, oradan Hacettepe, Hamamönü ile kale eteklerini ihata ettiğini söylemek yanlış olmasa gerektir. Suluhan civarına taht-el-kale (kalenin altı) kelîmesinden bozulmuş olarak Tahtakale denilmesi burasının Kale'ye göre coğrafi konumundan dolayıdır.
Zaman içinde Kale eteklerindeki yerleşim genişlemeye başlar. Ancak, Cumhuriyet öncesi tren yolunun güneyinde bağ evleri hâriç bir yerleşim yoktur. Nitekim burada "kurulan" şehre Yenişehir denilmesinin sebebi de budur.
Eski Ankara ne kadar güzeldi ya da değildi, bugün bunun önemi yok. Ama yazılanlara bakıldığında, bağı-bahçesi, ağaçları ve suları, meyvesi çokça bir yerleşim yeri imiş. Bugün Ankara'nın ekolojik ağaçları ya bina yapmak için kesilerek ya da "iğne yapraklı ağaç" merakımızdan dolayı yok edilmiştir.
Başkent olmasıyla birlikte Ankara'ya pek çok kamu binası yapılmıştır. Bunlar arasında özellikle Birinci Millî Mimarî akımına uygun olarak yapılanlar oldukça göz alıcıdır. Bu binaların başlıcaları Gazi Muallim Mektebi binası, İkinci Meclis binası, Ankara Palas binası, Türkocağı binası, Etnografya Müzesi binası, Hariciye Vekâleti binası, Tekel Genel Müdürlüğü binası, Osmanlı Bankası binası, Ziraat Bankası Genel Müdürlük binası, Türkiye İş Bankası binası hemen akla gelenler arasındadır.
Ayrıca, Hacıbayram Camii ve yanındaki Augustus Mâbedi, Çankırı Caddesi üzerindeki Roma Hamamı kalıntıları, Samapazarından başlayarak Koyun Pazarı ve At Pazarı'ndan çıkılarak Ankara Kalesi, Kale eteklerindeki hanlar ve Ahiler döneminden kalma Ahi Elvan ve Ahi Şerafettin (Aslanhâne) Camii, Rüstem Paşa Bedesteni binasında hizmet veren Anadolu Medeniyetleri Müzesi muhakkak görülmesi gereken yerlerdendir.
Bu yerlerin ismen sayılarak geçilmesi mümkün olmayıp, her bir eser ayrı birer yazıda ele alınacaktır. (Aşağıya bakınız)

18 yüzyıla ait bir Ankara resmi

Tournefort tarafından çizilen 1712 tarihli Ankara gravürü



Hatip Çayı
Hatip Çayı - Bentderesi

Bir zamanlar açıktan akan bu sular bugün ya kurumuş ya da üzeri kapatılmıştır.
Derede çamaşır yıkayan kadınlar

Ankara'ya dâir diğer yazılarım:
-------
- KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri, Ankara, İletişim Yayınları, 31. b., İstanbul, 2014 (ISBN 9789754701340)

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mardin

Bozyazı - Mersin

Ankara'da "Hanlar Bölgesi"