28 Ekim 2019 Pazartesi

Cumhuriyet -ve demokrasi-

Yarın 29 Ekim. Türkiye Cumhuriyetinin Cumhuriyet Bayramı. Herkese kutlu olsun. Cumhuriyet bir idâre şekli olup, en basit şekliyle devlet yöneticisinin verâset yoluyla -yâni babadan oğula ya da amcadan yeğene gibi- geçmesi esâsına dayanır.  
Devlete ve idâreye sâhip yöneticinin -ki monarktır- "yönetme ve başta kalma" hakkının kaynağı konusunda çeşitli kabûller olsa da, esas itibarıyla bu sâhiplik ilahî bir temele oturtulur ve monarkın, hâkimiyetin aslî sâhibi olan Tanrı adına bu yetkiye sâhip olduğu ve kullandığı da teorik olarak dile getirilir. Bu sebeple de monarkın "by the Grace of God of ..." (tanrının inayetiyle) monark olduğu, "zıllullah" (Allah'ın gölgesi) olduğu belirtilir.
Bu anlayış -ya da kabûl- ister istemez asalet mefhumunu, asilleri, "mavi kan" saçmalığını yâni bâzı insanların doğuştan diğerlerinden üstün olduğu basitliğini doğurmaktadır. Bundan dolayı monarşik sistemi hiç bir zaman âdil, haklı ve doğru bulmadım ve Devlet yöneticisinin seçilerek işbaşına gelmesine yâni cumhuriyete taraftarım. Ancak, Türkiye'de -diğer birçok konuda olduğu gibi- müesseseler tanınmadan, mefhumların neyi ifâde etttiği bilinmeden fikir sâhibi olmak pek bir revaçta olduğu için cumhuriyetle demokrasi karıştırılmaktadır; öyle ki "cumhuriyet herşeydir" gibi bir motto da pek bir revaçtadır. Peki gerçek öyle midir? İran, Çin, Rusya Federasyonu, Almanya, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri birer cumhuriyet iken İngiltere, İspanya, Danimarka, İsveç birer krallıktır. Varın siz düşünün hangi ülkede demokrasi var, hangisinde yok ve anlayın cumhuriyetin demokrasi ile doğrudan bir bağı olmadığını, cumhuriyet rejiminin olduğu yerlerde demokrasinin olmayabileceğini... Yâni demokrasi ile cumhuriyet her zaman bir arada olmuyor. Türkiye'de var olan bir başka yanlış da "cumhuriyet eşittir demokrasi değildir" gerçeğine karşı takınılan tavırdır. Bu sözü söylediğiniz anda size yapıştırılacak en büyük yafta "sen padişahlık geri gelsin mi istiyorsun" saçmalığıdır. Maalesef durum bu derekededir.
İşte bu düşünceler arasında zaman zaman düşünürüm, saltanat kaldırılmamış olsaydı ne(ler) olur, nasıl yaşardık, diye.
"Muhafazakârlar" mutlu olurlar mıydı ya da "ilericiler" mutsuz?
Eğer  mutluluk ya da mutsuzluk tümdengelimle belirleniyorsa bu soruya "evet" cevâbı verilebilir. Amma tümevarımla verilecek bir cevap konusunu iyi düşünmek gerek. 
Türkiye'de muhafazakârlar (*) umumiyetle Osmanlı İmparatorluğunun başındaki pâdişahlar konusunda peşînen "iyi düşünmeye" meyillidirler. Pâdişahların, herşeyi İslâm hukukuna göre yaptıkları, kendilerinden kötü şeylerin sâdır ol(a)mayacağı, hatta velî mertebesinde oldukları düşünülür. İşret yoktur, zevk u safa söz konusu değildir.
Bu düşüncelerin en kesif olarak temerküz ettiği pâdişahlardan birisi 1876 ilâ 1909 yılları arasında tahtta kalan Sultan II. Abdülhamid'dir.  
II. Abdülhamid döneminde 1881'de Müze-i Hümayun müdürü, 1882'den II. Abdülhamid'in tahttan indirildiği 1909 yılına kadar Sanayi-i Nefîse Mektebi müdürü olan birisi vardır: Osman Hamdi Bey. Rum asıllı bir sadrazamın oğlu olan Osman Hamdi, II. Abdülhamid'in hüküm sürdüğü ve Sanayi-i Nefîse Mektebi müdürü olduğu 1901 yılında bir tablo yapar. "Mihrap" ismiyle bilinen bu tabloda, bir câmi mihrabı önünde bir rahleye oturmuş bir kadın resmedilir. Kadının ayakları altında arap harfli kitaplar yer alır. Bu kitapların Kur'an-ı Kerîm olduğu söylenir. İster Kur'an-ı Kerîm olsun ister bir başka kitap, kitapların ayaklar altında çiğnendiği böylesi bir tabloyu yapan ressamın II. Abdülhamid döneminde Müze-i Hümayun müdürlüğü ve Sanayi-i Nefîse Mektebi müdürlüğü yaptığını düşündüğünüzde, II. Abdülhamid'in dinî hassasiyetleri ve eklektisizmi -ister istemez- zihninizi meşgul ediyor.
Mihrap

Yine II. Abdülhamid döneminde şehzâde olan ve sonra halife olan Abdülmecid Efendi'nin "Avludaki Kadınlar" tablosuna ne demeli?
Avludaki Kadınlar

Bu satırları yazmaktan muradım ne Osman Hamdi, ne Abdülmecid Efendi ve ne de II. Abdülhamid'i karalamak değildir. Osman Hamdi'nin yaptığı arkeolojik kazıların, Ülkemize kazandırdığı müze ve târihî eserlerin farkındayım. II. Abdülhamid'in ise Osmanlı İmparatorluğu'nun en zor zamanlarında Devleti mümkün olduğunca basiretli yönettiğinin ve "Ulu hâkan" sıfatını hakettiğinin de. Buradaki maksat, peşinen padişahları iyi ya da kötü olarak kabûlün doğru olmadığını beyan sadedindedir.
Hâsılı kelâm, monarşiye, cumhuriyete, demokrasiye ve diğer müessese ve mefhumlara daha geniş bir açıdan ve mümkün olduğunca objektif bakmak doğru değerlendirme yapmak için olmazsa olmaz bir ön şart olmalıdır.

Herneyse.. Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun.
---
(*) Burada muhafazakâr mefhumu, "kadîm değerlere bağlılık" esasından ayırarak, geleneksel ve miyara vurulmamış bir değerler bütününe bağlılık mânâsında kullanılmaktadır.

Kebapçı Hacı Halit - Diyarbakır

  Diyarbakır Ulu Camiini ziyaretim esnasında acıkınca, etraftaki birkaç esnafa yemek yiyebileceğim iyi bir esnaf lokantası sordum ve hepsind...