Sanat Târihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sanat Târihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2019 Cuma

Kitap: Atatürk'ün Mimarının Anıları - Genç Türkiye İnşa Edilirken

     Avusturya'lı mimar Ernst Arnold Egli'nin hatıralarından Türkiye'ye dâir olanları Türkçe'ye tercüme edildikten sonra oldukça iddialı bir isimle "Atatürk'ün Mimarının Anıları" üst başlığı ile T. İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Kitabın alt başlığı ise şöyle: "Genç Türkiye İnşa Edilirken (1927-1940, 1953-1955)" (1)
     Bu Kitaba konu edilen Egli'nin Türkiye'ye dâir hatıralarının ontolojik sebebi, 1920'li yılların sonunda Birinci Ulusal Mimarlık Akımı'ndan çok keskin bir vazgeçiştir. Birinci Ulusal Mimarlık Akımı'nın büyük mimarlarından Mimar Vedad Tek'in Ankara'dan -âdeta- "kaçmaya zorlanması"ndan sonra, Mimar Kemaleddin bir yandan Tek'in kalan işlerini toparlarken bir yandan da Gazi Muallim Mektebi'ni (2) inşâ ediyordu. Bu esnada Ankara'ya dâvet edilen Egli, Mustafa Kemal'le arasında şöyle bir konuşma geçtiğini belirtmektedir:
     "Kemal Paşa bakışlarıyla beni süzdü, selamladı ve doğrudan konuya girerek bana şunları söyledi: "Profesör, size inşaatına yeni başlanmış olan öğretmen okulunu ve okulun planlarını gösterdiler. Gördükleriniz, modern bir öğretmen okulunu ifade edebiliyor mu?"
Kısa bir duraklamadan sonra cevap verdim: "Ekselans, Kemalettin'le beraber çalışırsak, bina modern bir okul olur." Bunun üzerine Kemal Paşa, "Size bunu sormadım," dedi. "Size şunu sordum: Şu anda gördüğünüz modern bir öğretmen okulu mu?" Bu durumda fikrimi açıkça söylemem gerekiyordu. Projenin modern bir okul olarak görülemeyeceğine hak verdim.
Kemal Paşa, bakana, Necati'ye dönerek, "Planları bir kenara bırakın. Okulu Prof. Egli'nin inşa etmesini istiyorum," dedi." (s. 5)
     Egli, Gazi muallim mektebi işini devraldıktan sonra yaptıklarını da şöyle belirtiyor: "... projenin ana hatlarına ve cephe görünüşüne dokunmadım. Esas itibariyle  koridorların ve sınıfların aşırı ölçüdeki boyutlarını küçülttüm ve inşaat maliyetinde önemli bir tasarruf sağladım." (s.8)
     Kitapta, Egli'nin yaptığı seyahatleri, gözlemleri oldukça yer tutuyor. Ancak tesbitleri kendi içinde çelişkiler barındırmaktadır. Mesela, Ankara Erkek Lisesi için talebe yurdu yaparken saçaklar, sütunlu açık holler uyguladığını, birçok Türk arkadaşının yapıyı Türk usûlü bularak beğendiğini, ama kendisinin memnun olmadığını, bu şekilde Türkiye'ye ve ülke insanına yakışan modern ve anıtsal bir mimari tarzına ulaşacağından emin olamadığını (s.13) belirtirken, biraz sonra "Türk evlerinin yapısını çok beğeniyordum. Bu evlerin genel tasarımı ve yapı tarzı çok özel, mekân birleştirmeleri çok şaşırtıcıydı ve her bölümü anlam taşıyordu" (s.80) demektedir.
     Bir anı kitabının, yaşanan ve görülenleri  ve bunlara dair izlenimleri aktarması gerekli iken Egli yaşamadığı, görmediği olaylara dâir fikirlerini de yazmıştır. Gerçekten Egli, "Türkler geçmişte Ermenilerle yaşanan kanlı çatışmalardan sonra Anadolu'da Ermenilerden geriye kalanları imha etmeye girişmişlerdir." (s.272) diyerek temelsiz bir bühtanda bulunmaktan çekinmediği gibi, Türkiye Cumhuriyetinin Millî Eğitim Bakanlığını, -Almanya'dan kaçan bilim insanlarından bahisle- "... bu insanlardan çoğunun içinde bulunduğu güç durumdan faydalanmaktan çekinmedi" (s.59) diye suçlamaktan da çekinmez. Millî Eğitim Bakanlığı'nı yabancı uzmanların güç durumlarından faydalanmakla suçlayan Egli için Türkiye'de çalışmak o kadar kârlıdır ki 10 metre uzunluğunda, 45 metrekare yelkeni, kaptan kabini ve üç yataklı kamaralı bir tekne alabilmiştir. (s.62) Egli bu "tekne"sini Dolmabahçe Sarayı'nın "özel limanında" güvenle muhafaza ettiğini belirtmektedir.
      Egli anılarında, -Atatürk'ün Ankara'da bir semti kasden yaktırdığını iddia etmek (s.141) gibi- haksız ithamlarda bulunmak yanında  pek çok yanlış bilgiye de yer vermiştir. Öyle ki, Kitapta 18 adet dipnot Egli'nin yanlışlarını düzeltmeye ayrılmıştır.(4)  Bir mimar olarak yaptığı hataların en fâhişi Tac Mahal hakkındadır. Babür Şah'ın karısı Mümtaz Mahal için inşa ettirdiği ve Hindistan'ın Agra şehrinde yer alan Tac Mahal için Egli'nin verdiği bilgiler tümüyle yanlıştır: Binanın, Lahor'da yer aldığı ve Bibi Hatun için yapıldığını yazan Egli (s. 274) Erzurum'daki Yakutiye Medresesi için  de "Moğol Camii" der. (s.277)
    Egli olaylar ve tarihler bakımından da isabetsiz  bilgilere yer verir anılarında. Nitekim, Köy Ensitülerini  Adnan Menderes'in kapattığını söyledikten sonra, "Ama şundan hiç kuşkum yok ki eski mektep medrese konsepti yeniliğe, modernleşmeye yine karşı çıkmıştı." (s.245) demektedir. Çeviren, bu kadar önyargıya ve yanlışa dayanamamış olacak ki, şu dipnotu yazmak zorunda hissetmiş kendisini: "Köy Enstitüleri 1946 seçimlerinden sonra Günaltay başkanlığında kurulan CHP hükümeti döneminde, Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer tarafından programları değiştirilip sıradan eğitim kurumları haline getirilerek fiilen ortadan kaldırılmış; DP döneminde bir süre daha bu şekilde eğitim verdikten sonra 1954'te resmen kapatılmışlardır (ç.n)." (s.245, 60 numaralı dipnot)
     Kitapta, kendi yaptığı binalar için abartılı övgüler düzer Egli. Ankara'da Sıhhiye'deki İsmet Paşa Kız Enstitüsü için "Bu bina uzun süre Ankara'nın en güzel binası olarak kabul edildi, bütün dünyada hakkında yayınlar yapıldı ve beğenildi." (s.36) Ankara Kız Lisesi için "hem okul olarak hem mimari yapı olarak bu bina da çok beğenildi" (s.38) Fuat Bulca evi için "yaptığım planı herkes beğendi" (s.40) demektedir.
     Türkiye'ye ikinci defa bir BM "teknokratı" olarak gelen Egli, Kitapta yerli -  yersiz pek çok defa politik beyanlarda bulunur, pek çok yerde bir "sömürge vâlisi" edasıyla, üstenci bir eda ile -adeta- bizleri azarlar, yer yer de biz "cahil Türklere" dersler verir:
"Erzurum'da bir üniversite kurulmasının, halen mevcut şartlara göre henüz erken olduğu fikrinden kendimi alamıyordum. Beni rahatsız eden ikinci konu ise, inşaatı sürmekte olan şeker fabrikasıyla ilgiliydi." (s.279)
"Politikacılar, dinciler vasıtasıyla ve vergi muafiyetiyle kazanmaya çalıştıkları seçmen kitlesini kullanıyorlardı. Halk herşeyi bilir, hiç hata yapmaz ve her şeye o karar verebilirmiş gibi davranarak, halk dalkavukluğu yapıyorlardı." (s.297)
"Demokrasi kitlelerin oy pusulasıyla ortaya çıkan, tartışılmaz, hatasız, tanrısal bir aydınlanmaydı sanki." (s.297)
     Demokrat Parti iktidarı süresince Türkiye'de 1953 ile 1955 arasında sâdece 2 yıl kalmış olan Egli genelleme yapmaktan, bilmediği konularda fikir beyan etmekten hatta suçlamaktan da geri kalmaz. Nitekim,  "Menderes'in darağacına gitmesinde kötü yönetiminin de payı olmuştu."  (s.279) ve "... ülkede daha sonra ihtilal oldu, büyük ölçüde bir temizlik hareketine girişildi ve birinci derecede suçlu olarak ilan edilen Başbakan Menderes idam edildi." (s.297) diyebilmiş olması bu hususu isbat etmektedir.(3)  
     Bir döneme ışık tutması ve Ernst Egli'nin anlaşılması için faydalı bir kitap olsa da, bu Kitabın "Atatürk'ün Mimarının Anıları" başlığını ne derece hakettiğini sizlere bırakıyorum.
       Benim fikrime gelince, Kitabın sonuna el yazımla şunları yazmışım:
"Mimarlık felsefesi kendisiyle çelişkili, kendisine itibar edilip el üstünde tutulduğunda yöneticileri ululayan, bu olmayınca kulaktan dolma bilgilerle hatta hisleriyle ve hatta garez ile kara çalabilen bir oportünist Egli.
"...
"Şehircilik tarihi yazan adam pek çok hatalı bilgi veriyor. Egli'nin derekesini öğretti bu kitap. 8 Aralık 2014. Saat 23:24 Ankara"
---
(1) EGLİ, A. Ernst, (çev. Güven Göktan Uçer) Genç Türkiye İnşa Edilirken, T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, İstanbul.
(2) Şu an Gazi Üniversitesi Rektörlük binası olarak kullanılan yapı.
(3) Nitekim, 1927 ilâ 1940 arasındaki 13 yıllık hâtıraları 129 sayfa tutarken, (s.3 - s.131) 1953 ilâ 1955 arasındaki 2 yıla ait hatıraları 164 sayfa tutmaktadır. (s.135 - s.299) Bu fark, 1953-1955 yılına ait hatıralarda yerli yersiz pek çok değerlendirmede bulunmasından kaynaklanmaktadır.
(4) Bu dipnotlar şunlardır: 1, 5, 6, 17, 18, 23, 39, 45, 53, 58, 60, 62, 65, 66, 67, 68, 71 ve 72. dipnotlar.



26 Ekim 2019 Cumartesi

Bizans mı Roma İmparatorluğu mu

Söz İstanbul'un fethinden açıldığında "Bizans" gündeme gelir. Târihçilerimizden bâzıları "köhne" Bizans devletinden, bâzıları  Bizans  "İmparatorluğu"ndan- bahsederler. Üniversitelerin sanat târihi bölümlerinde "Bizans sanatı" dersleri vardır. Peki Bizans Devleti -veya imparatorluğu- ifâdesi nereden gelmektedir, bu kullanım şekli doğru mudur diye hiç sordunuz mu kendinize?
İtalya yarımadasında M.Ö. 27 yılında kurulan Roma Devleti, zamanla büyüyerek Roma İmparatorluğu'na vücut vermiştir. Yapılan savaşlarda kazanılan topraklarla gittikçe büyüyen Roma İmparatorluğu'nda idare merkezi birkaç defa değişmiştir.
MS. 235'ten itibaren içine düştüğü fetret devrinden sonra Diocletianus Roma İmparatorluğunu toparlıyor ve biri doğuda, diğer batıda ikili yönetim sistemi getiriyor. Daha sonra, doğu ve batının "augustus" iki imparatoruna iki de "sezar" eklenerek tetrarşi denilen bir sistem getiriliyor. Kuruluşundan itibaren İmparatorluğun başşehri Roma iken imparator Diocletianus Nicomedia'da (Bugünkü İzmit) yaşayıp burasını Roma İmparatorluğu'nun idare merkezi olan kullanmaktaydı.(1)
Doğu kısmının augustusu I. Konstantin, 330 yılında eskiden küçük bir balıkçı barınağı olan bir yerleşim yerini Byzantion'u imparatorluğun yeni başkenti yapar ve şehre "Yeni Roma" anlamına gelen Nova Roma adını verir. Bu şehir kurucusunun ismine nisbetle Konstantinopolis (Konstantin’in şehri) olarak anılmaya başlar. Nihayet 395 yılında I. Theodosius'un ölümünden sonra imparatorluk fiilen doğu ve batı olarak ikiye bölünür. 476 yılında Batı kısmı sona erince doğu - batı farkı kalmamış ve Roma İmparatorluğu 1453 senesine kadar "Roma devletinin geleneklerine dayanarak" (2) doğuda hüküm sürmüştür.

Yukarıdaki haritada, şehrin ilk yerleşim yerini çevreleyen surların, tarihi yarımadanın en doğu ucunda yer aldığı belirtiliyor. İkinci sur, birinci surun batısında ve MS 330 yılında inşa edilen Konstantin surlarıdır.  Nihayet en batıda II. Theodosius zamanında 5. yüzyılda yapılan surlar görülmektedir.

Eski balıkçı barınağı şehrin kurucusu kabul edilen Byzas’a nispetle Byzantion ismi Roma İmparatorluğu döneminde, devleti ifade etmek üzere kullanılmamış; bu isim Hieronymus Wolf isimli bir 16. Yüzyıl Alman tarihçisinin  "Corpus Historiae Byzantinæ” isimli kitabından sonra kullanılmaya başlanılmıştır.  Yâni merkezi Konstantinopois olan Roma İmparatorluğu'na "Bizans İmparatorluğu" demek, Roma İmparatorluğu sona erdikten yüz küsur yıl sonra "icat olunmuştur". Nitekim ünlü sanat târihçisi Prof. Dr. Semavi EYİCE, Bizans adının uydurma olduğunu söylemektedir.(3) Bizans Devleti Tarihi kitabının yazarı Georg Ostrogorsky, "Bizans, bilindiği gibi, bizim Bizanslı dediğimiz kişilerin bilmedikleri, daha sonraki devrin bir terimidir. Bunlar kendilerini her zaman Romalı olarak adlandırmış, imparatorlarını Roma hükümdarları, eski Roma Caesar'larının halef ve mirasçısı saymışlardır." demektedir. (4)

Tarihi konularda hassas olmadığımız için, bizde de Roma İmparatorluğunun “Bizans İmparatorluğu” şeklinde yanlış isimlendirildiğine şâhit oluyoruz. Öyle ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın  “Türkiye Kültür Portalı” internet sitesinde "Doğu Roma’nın merkezi Bizans şehri olduğu için bu imparatorluğa Bizans İmparatorluğu denilmiştir." bilgisi yer almaktadır.(5)
Şu hâlde Bizans İmparatorluğu -veya Devleti- ibâresi yanlış olup, doğrusu Roma İmparatorluğu'dur.
Kafa karışıklığına sebep olan bir diğer kelîme de RUM'dur. Türkçe’de kullanılagelen “Rum” الروم kelimesi de "Romalı, Roma’ya mensup” anlamındaki Romaio isminin Arapça’ya geçmiş şeklidir.(6)
( Arapça’da “o” sesinin olmayışı, bunun yerine “u” sesinin kullanılması Roma’dan rum’a geçişi açıklamaktadır. Nitekim, İstanbul’un fethinden sonra Fâtih Sultan Mehmed’in aldığı “Kayzer-i Rûm” unvanı da Roma kayseri, Roma sezarı yâni Roma imparatoru manâsına gelmektedir. )

Roma İmparatorluğunun doğuda devam eden bölümü, başlangıçta oldukça büyük topraklara sâhip iken zamanla toprak kaybederek iyice küçüldü ve nihâyet 15. Yüzyılda Konstantinopolis ile sınırlı hâle geldi. Bu durum aşağıdaki haritada gösterilmektedir.

(Harita, https://cdn.britannica.com/46/64946-050-3D7FE219/Byzantine-Empire.jpg adresinden alınmıştır)
Bu haritada, I. Justinianus dönemi (MS. 527 - 565) kırmızı çizgiyle,  yaklaşık 1020 yılındaki durumu pembe ile ve nihâyet 1360 yılındaki durumu kırmızı ile gösterilmiştir. 15. yüzyılın ortalarına gelindiğinde artık bir şehir-devlet hâline gelen Roma imparatorluğu, tekrar II. Theodosius surlarının içine hapsolmuştur.
***
Roma'ya dâir kısa değinmeler
Bu yazıda, -ve diğer yazılarımda- ele alınan konu, şahıs ve mefhumlar için değer yargılarımı belirmemiş isem, başlıktan veya yazının muhteviyatından bu kâbil çıkarımlar yapılmasını yanıltıcı bulurum. Eğer gerekli ise değer yargılarımı, beğenilerimi yazılarda belirtiyorum. Roma da bu çerçevede ele alınmalıdır. Meselâ Fatih Sultan Mehmed'in "Kayzer-i Rûm" ünvânını almasından hareketle umumî olarak Roma İmparatorluğu ve husûsi olarak Roma Şehrini, Konstantinopolis şehrini ululadığım mânâsı çıkarılmamalıdır.
Roma İmparatorluğu pek çok bakımdan dünyayı etkilemiştir. Batı dünyasında câri hukuk sisteminin dayandığı Roma Hukuku (7) bunlardan birisidir. Roma Hukuku'nun en önemli çalışması, Roma İmparatoru Iustinianus'un 528-534 yılları arasında yaptırdığı “Corpus Iuris Civilis" isimli  derlemedir. Derleme, İstanbul'da yapılmış idi.
Roma'nın sanata katkıları da bellidir.
Bunların yanında, Roma İmparatorluğu'nun menfî yönleri de anılmaya değerdir. Batı Roma'nın başkenti ve Devlete isim veren Roma şehri için Alev ALATLI "Kutsal Roma İmparatorluğu'nun başkentinin lakabı 'asalak şehir'dir. Her türlü ihtiyacı imparatorluğun paralı askerleri tarafından gasp yoluyla temin edilen bir tufeyli kenttir. Dünyanın en büyük şehriydi, bir milyon nüfusu vardı. Yoksulların cesetleri gömülmez, çöplüğe atılırdı. Dağ gibi yığılmış çöp yığınlarının, karpuz kabuklarının, yemek artıklarının arasından fırlayan insan kolları, bacakları tasvir edilir. Şahane Roma'ya, 'sömürü kültürünün yapılaşması' denilmesi bundandır." demektedir. (8)
Georg OSTROGORSKY ise, "Bizans Devleti emsali bulunmayan, çok geniş ve yetiştirilmiş bir memurlar cihazına, üstün bir savaş tekniğine, geliştirilmiş bir hukuka ve çok ileri bir iktidasî ve malî sisteme sahiptir." dedikten sonra "Bu görüntünün arka yüzü ise, bu devletin her şeyi ve herkesi bu malî gereksinmelerine köle yapan hazinecilik zihniyetidir. Onun mükemmel yetiştirilmiş idare cihazı aynı zamanda en vicdan tanımaz sömürünün bir âleti idi.  Bürokratik devletin belkemiğini teşkil eden usta Bizans memurlar müessesesi en kötü ahlâksızlık nümunesidir. Bizans memurlarının atasözü halini almış irtikâp ve ihtirası halk için en korkunç musibet idi. Devletin serveti ve yüksek kültürü, halk kitlelerinin yoksulluğu, hukuk yoksunluğu ve hürriyetsizliği bahasına sağlanmıştır." demektedir. (9)



Dipnotlar:
(1) ALATLI Alev, "America the Beautiful" Fesüphanallah! Nasihatname I, Türkuvaz Kitap, İstanbul 2019. Roma İmparatorluğunun bu "bölünme" hikâyesini çok özet ve komprime hâlde ALATLI'nın bu Kitabının 156. ilâ 170. sayfalarında bulabilirsiniz.
(2) OSRTROGORSKY Georg, Bizans Devleti Tarihi, TTK Yayınları, 7b. Ankara 2011, s.30.
(3) (Semavi Eyice ile röpörtaj - http://www.milliyet.com.tr/cadde/bizans-adi-uydurmadir-1360909)
(4)  OSRTROGORSKY Georg,  a.g.e., s.25
(5) ( https://www.kulturportali.gov.tr/portal/dogu-roma--bizans--imparatorlugu-- )
(6) ( https://islamansiklopedisi.org.tr/rum)
(7) Roma Hukuku konulu bir makaleyi http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/8_6.pdf adresinde okuyabilirsiniz.
(8) ALATLI Alev, a.g.e., s.57.
(9) OSRTROGORSKY Georg, a.g.e. s.30.



26 Haziran 2019 Çarşamba

Ankara'da "Hanlar Bölgesi"

   Târih içinde Ankara'nın Ankara Kalesi'nin eteklerinde var olduğu bilinmektedir. Kale eteklerinde şu an Altındağ Belediye binasının bulunduğu yerin adı Samanpazarıdır. Samanpazarı’ndan kaleye doğru tırmanmaya başlarsanız (Kuzey doğu yönünde) Ulucanlar Caddesi'nden Can Sokağa girersiniz. Biraz ileride yol ikiye ayrılır. Daha altta kalan ve sağa giden yok hâlen Can Sokak iken, solda kalan ve kaleye doğru tırmanan sokağın adı Koyunpazarı Sokağıdır. İşte bu yol ayrımının olduğu yer Koyunpazarı'dır.
Koyunpazarı

   Koyunpazarı sokağının başlangıcında solda Ahi Elvan Camii, Can Sokağın yüz metre kadar ilerisinde sağda ise Ahi Şerafettin Camii (Aslanhane Camii) yer alır. Koyunpazarı sokağı yaklaşık yüz metre ileride bir meydana ulaşır ki bu meydanın adı At Pazarı veya Atmeydanı'dır. At Pazarının doğusunda Ankara Kalesinin ikinci surlarının giriş kapısı yer alır. Kuzeyinden ise Gözcü Sokakla tekrar Ulus yönünde aşağıya inersiniz. İşte bu bölge "Hanlar Bölgesi" olarak bilinir.
   Şimdilerde hepsi bulunmasa da, bu bölgede Ağazâde Hanı, Bâlâ Hanı, Pirinç Han, Safran Han, Kıbrıs Hanı, Rençber Hanı, Yenisaray Hanı, Yıldız Hanı, Hayret Hanı, Kırmızıoğlu Hanı, Pilavoğlu Hanı, Çengelhan, Çukurhan, Yenihan, Kurşunlu Han ve Mahmut Paşa Bedesteninin bulunduğu kayıtlarda yazılıdır. Bu Hanlardan bâzıları hâlen kullanılmaktadır.
Pirinç Han: 
Koyunpazarı Sokaktan Ahi Elvan Camiinin hemen üstünden sola dönünce Pirinç Sokak üzerindeki Pirinç Han'da çeşitli dükkânlar ve orta avlusunda bir çay ocağı vardır.
Çengelhan:
Koyunpazarı Sokağın At Pazar'ına ulaştığı noktada hemen solda yer alır. Yakın zamanlara kadar bakımsız hâldeki bu Han, restore edilerek Rahmi Koç Müzesi olarak hizmet vermektedir. ( Çengelhan hakkında oldukça ayrıntılı bir yazıyı https://bildirir.blogspot.com/2018/11/cengelhan-ankara.html adresinde bulabilirsiniz.)
Çukurhan:
At Pazarının batı tarafındaki bu Han da oldukça bakımsız bir hâlde iken restore edilmiş ve Divan Çukurhan olarak hizmet vermektedir. (Aşağıdaki resim restorasyon öncesinde 1993 yılındaki durumunu göstermektedir)
Kurşunlu Han ve Mahmut Paşa Bedesteni:
At Pazarı'ndan kuzeye doğru Gözcü Sokaktan gidilerek kaleden aşağıya inilirken solda yer alan bu Han ve Bedesten restore edilerek Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak hizmete devam etmektedir.


Hanlar Bölgesi


Çukurhan'ın restore edilmeden önceki görünümü (1993 yılı)

27 Şubat 2019 Çarşamba

Ankara'da I. Millî Mimarî Üslûbundaki Eserler

Sıhhiye'den Ulus'a giderken ve Ulus'da gezerken, bâzı binalar muhakkak dikkatinizi çekmiştir: Ankara Radyosunun binası ile Numune Hastanesi binasının arasındaki Etnografya Müzesi binası ile -şimdiki- Resim ve Heykel Müzesi binası, Büyük Tiyatro'nun karşısındaki -şimdiki- Kültür ve Turizm Bakanlığı binası, Opera'dan Ulus meydanına doğru giderken sol köşe başındaki eski Osmanlı Bankası binası, 50 metre ilerideki Ziraat Bankası Binası, hemen karşısında yer alan ve eskiden Tekel binası iken şimdilerde Yunus Emre Vakfı'nı barındıran bina, biraz daha ileride Ulus'tan dışkapı yönüne giden Çankırı Caddesinin hemen sağ başındaki İş Bankası binası, Ulus meydanından batıya inen yolun hemen başında Birinci Meclis binası, yaklaşık 50 metre alt tarafta İkinci Meclis binası,  hemen karşısında Ankara Palas (Devlet Konukevi), Ankara Palas ile Osmanlı Bankası binasının arasında yer alan Evkaf Apartmanı bunlardan bâzılarıdır.
Bu binaların her birisinin önünden geçerken muhakkak durmuş, seyretmiş hattâ fotografını çekmişsinizdir. Diğer binalardan farklı, sıcak, güzel, gösterişli binalardır bunlar. İşte bu binaların ortak özelliği Birinci Millî Mimarî Üslûbuna sâhip olmalarıdır. Kimi zaman üslûp yerine akım da denilmektedir. (Birinci Ulusal Mimarlık Akımı gibi)
Genç Cumhuriyetin başkenti Ankara da bu üslûba sâhip eserlerden nasibini bolca almıştır denilebilir. Ankara'yı taçlandıran bu binalardan bâzıları şunlardır:


Ziraat Bankası Binası
Mimar Giulio Mongeri'nin eseridir. Şu an müze olarak kullanılmaktadır.

İş Bankası Binası
Mimar Giulio Mongeri'nin eseridir.

Evkaf Apartmanı
Mimar Kemaleddin'in eseridir. Şu an Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve Küçük Tiyatro'nun bulunduğu binadır.

Tekel Binası
Mimar Giulio Mongeri'nin eseridir. İnhisarlar Müdiriyeti (Tekel Müdürlüğü) binası olarak kullanılmış olup; şimdi Yunus Emre Vakfı'nın hizmetine tahsis edilmiştir.

Ankara Palas
Mimar Vedat Tek tarafından başlanılmış ve mimar Kemaleddin tarafından yapımına devam edilmiştir. Şimdi Devlet Konukevi binasıdır.

Osmanlı Bankası
Mimar Giulio Mongeri'nin eseridir. Şimdi Garanti Bankasına aittir.

Halk Fırkası Mahfili
Mimar Vedat tek'in eseridir. Halk Fırkası Mahfili olarak yapılan bina, İkinci Meclis Binası olarak  kullanılması sebebiyle hâlen bu isimle bilinmektedir. Şu an Cumhuriyet Müzesi'ne ev sâhipliği yapmaktadır.

Türkocağı Binası
Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu'nun eseridir. Türkocaklarının kendi kendini "feshetmesi"nden sonra Halkevi binası olarak kullanılmıştır. Şimdi Resim ve Heykel Müzesine ev sahipliği yapmaktadır.

Etnografya Müzesi
Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu'nun eseridir.


Hariciye Vekaleti Binası
Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu'nun eseridir. Atatürk Bulvarı üzerinde Büyük Tiyatro binasının hemen karşısında yer alan bu bina, Hariciye Vekaleti (Dışişleri Bakanlığı) olarak kullanılmak üzere yapılmış,  hâlen Kültür ve Turizm Bakanlığı binasıdır.

Bu eski fotografta, Hariciye Vekaleti binası (yolun kıvrılma noktasında), geride ise Türkocağı binası ve Etnografya Müzesinin binası görülmektedir.

Gazi İlk Muallim Mektebi Binası
Mimar Kemaleddin'in eseridir. Şu an gazi Üniversitesi rektörlük binasıdır. Bina bitmeden önce Kemaleddin'in elinden alınarak Ernst Egli'ye verilmiş ve onun tarafından "projenin ana hatlarına ve binanın cepheden görünüşüne dokunulmadan koridorların ve sınıfların boyutlarını küçülterek" bitirilmiştir.

Meraklısına çok kısa bilgiler
1) Sanat tarihçilerince klasik Osmanlı mimarîsinin kırılma noktası kabûl edilen Sultanahmet Camiinin 17. yüzyılın ilk çeyreğindeki inşaından sonra, Hassa Mimarlar Ocağı zayıfladığından ve II. Mahmud devrinde kurulan Ebniye-i Hassa Müdiriyetinden sonra artık bu Ocaktan mimar yetişmediğinden,  yapılan câmi ve diğer mimarî eserlerde ya bir batı etkisi vardır (Nuru Osmaniye Camii gibi) ya yabancı mimarlar yapmıştır (Pertevniyal Valide Sultan Camiinin mimarı Montani, Ayasofya Camiinin tâmiratını yapan Fossati'ler gibi) ya da Osmanlı tebaından olmakla birlikte Osmanlı mimarisi ile alâkası olmayan mimarlar yapmıştır. (Balyan kardeşler gibi)

Birinci Millî Mimarî Üslûbu, mimaride gelinen bu olumsuzlukların yanında  20 yüzyılın ilk yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde bulunduğu zor şartların doğurduğu bir millîleşme anlayışını  da yansıtır. Kimi zaman uslûp yerine "akım" da denilen birinci Millî Mimarî Üslûbu, o dönemde yaşayanlarca 'Milli Mimari Rönesansı' olarak anıldığı gibi mimarlık tarihçilerince "İmparatorluk mimarlığının yankısı" olarak vasılandırılmış  ve 'Birinci Milli Üslup' adı verilmiştir.
  Vedat Tek, mimar Kemaleddin, Arif Hikmet Koyunoğlu, Ahmet Kemal, Tahsin Sermet, Ali Talat, Falih Ülkü, Hafi, Necmeddin Emre ve Giulio Mongeri gibi mimarlar bu anlayışa uygun eserler meydana getirmişlerdir.

2) Giulio Mongeri, 1873 İstanbul doğumludur.

25 Kasım 2018 Pazar

Çengelhan - Ankara



     Anadolu'dan geçen ticaret yolları üzerinde, kervanların emniyetle konaklayabilmeleri ve ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için pek çok kervansaray inşa olunduğu gibi, şehirlerde de ticarî faaliyete yönelik şehiriçi hanları inşa olunmuştur. Ankara ve çevresinin dericilik, tahıl ve üzüm üretimi yanında, Ankara keçisi tiftiğinden “ sof” üretim merkezi olması sebebiyle Ankara’da da pek çok şehiriçi hanı bulunmaktaydı.
     Şu an Altındağ Belediyesi binasının bulunduğu Samanpazarı’ndan kaleye doğru çıkan Koyunpazarı Sokak civarında Pirinç Han, Safran Han, Ağazâde Han, Bâlâ Hanı, Rençber Hanı, Çukurhan, Çengelhan, Yenihan, Kurşunlu Han, Mahmut Paşa Bedesteni gibi onlarca han bulunduğu için bu bölge “hanlar bölgesi” olarak, Koyunpazarı Sokağının üst ucunda yer alan meydan ise At Pazarı olarak bilinmektedir. Çengelhan, At Pazarı denilen bu meydanın batı tarafında yer almaktadır. Çengelhan’ın ana kapısı üzerinde bulunan kitabesinde sülüs hat ile ve iki satırda dört kartuş içinde:

“Tamam oldu çün binâsı bu hânın
Sarayıdır hakikat kârbânın
Tamam olduğun görüb didi dil
Melih’ül-hayr tarihin bu hânın”
Yazmaktadır.
     “Melih’ül-hayr tarihin bu hânın” cümlesinden anlaşıldığı üzere, hanın yapım tarihini belirtilen ibâre, مليح الخير (melih’ül-hayr) olup; bu ibârenin ebced hesabında karşılığı 929’dur ve miladî takvimde karşılığı 1522 veya 1523 yıllarına tekabül etmektedir. Dolayısı ile, binanın yapım tarihi 1522/23 M. senesidir. Vakıf defteri kayıtlarına göre Çengelhan’ın bânisi Rüstem Paşa’dır; ki Güzelce Rüstem Paşa olsa gerektir.
     Çengelhan’ın üst kat güneybatı köşe odası duvarında bulunan sıva üstü bir yazıdaki ١١٥٤ (1154 H.) (1741-42 M.) tarihinden Çengelhan’ın 1741-42’de muhtemel bir onarım geçirdiği sonucu çıkarılabilir. Han avlusunda yer alan binadaki bir onarım levha-kitabesinde ise, Hanın, camiinin tamamiyle harab olmasından dolayı 1891-92 M. (1309 H.) yılında bir tamirat geçirdiği belirtilmektedir.
     Zaman içinde oldukça bakımsız ve adeta harap bir hâle gelen, bodrum katı tamamen molozla dolan Çengelhan'ın,Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce restore edilmesi düşünülerek 1992’de bâzı çalışmalar yapılmışsa da, bu girişim akim kalmıştır. Nihayet, Vakıfar Genel Müdürlüğü’nden Rahmi M. Koç Vakfı’nca kiralanan yapıda 2003 yılında restorasyon çalışmalarına başlanılmış ve 2005 yılında restorasyonu bitirilerek Rahmi M. Koç Müzesi (sanayi müzesi) olarak hizmete açılmıştır. Bu restorasyonda, bazı odalar arasında büyük açıklıklar açılarak odalar biribirine bağlanmış, hanın açık avlusu, çelik – cam bir konstrüksiyonla kapatılmış ve batı cephesinin bodrum seviyesine ahşap camekânlı bir bölümün ilâve olunmuştur.
     Bir 16. Yy. hanı olarak orijinal hâli en fazla korunarak günümüze gelebilen hanlardan olan Çengelhan, üst katında mescid bulunan yarım daire kemerli gösterişli giriş birimiyle etkileyici bir yapdır.
     Dikdörtgen plânlı, açık avlulu Çengelhan’ın ana kapısı, kuzeydoğu cephesinin doğuya yakın kısmında ve dolayısı ile asimetriktir. Sivri kemerli ana giriş, önce üst kattaki mescidin zeminini taşıyan ahşap tavanlı bir mekâna ve bilahare duvarları çeşmevari birer nişle hareketlendirilmiş aynalı tonozlu bir koridorla, üstünde kitabenin bulunduğu basık kemerli ana kapıya bağlanır ve avluya ulaşılır. Avlunun etrafı, her iki katta da dikdörtgen ayaklara oturan yarım daire kemerli birer revakla çevrilidir. Avlu çevresindeki revakların örtüsü, beşik tonoz olup; revak kemerlerinin beşik tonozları ile revak aksındaki beşik tonozların kesişme yerlerinde penetre tonoz meydana getirmektedir.
     Revakların gerisinde, kapıları revağa açılan odalar yer alır. Köşelerde yer alan odaların kapıları revakların kesişme noktasında yer alır. Odaların örtü sistemi köşeler hâricinde beşik tonozlu olup; köşelerde, 90 derecelik beşik tonozların kesişimi ile köşe odalarının örtüsü yarım penetre tonozlu oldukça ilginç bir formdadır. Odalarda, birer ocak ve revağa açılan birer pencere bulunur. Güneybatı kanadının güneye yakın ucunda, köşe odasından önce gelen bir koridorla batıya oda cesametinde bir taşıntı yapan bir mekân bulunur. Yine revağın orta kesiminde 3 revak gözünün genişliğinde avluya taşıntı yapan tek katlı bir mekân yer almaktadır.
     Avlunun, batı köşesindeki iki kollu bir merdivenle bodruma inilmektedir. Bodrum, binanın eğimi dolayısıyla Hanın güneybatı kanadının altında yer almaktadır. 8 adet dikdörtgen prizması formunda ayaklara kuzeybatı – güneydoğu aksında beşik tonozlu örtü sistemi oturur. Ayaklar arasındaki kuzeydoğu – güneybatı aksındaki beşik tonozların kesişimi ile muhtelif haç ve penetre tonoz kombinasyonları oluşur. Bodrumun, birisi güney cephenin güneydoğu ucundan Arı Sokağa; diğerleri güneybatıdaki bahçeye açılan kapıları vardır.
     Ana kapının hemen sağında yer alan bir merdivenle birinci kata çıkılır .Bu katta da zemin kattaki gibi revaklar, revak ekseni boyunca uzanan beşik tonozlarla örtülmüş; bu tonozlar yine revak tonozlarıyla penetre tonoz formunda kesişmişlerdir. Revak gerilerinde bu katta da odalar yer almaktadır. Kuzeydoğu cephesi hâriç diğer cephelerde odaların dışarıya açılan ve üstleri yuvarlak kemerli birer küçük pencere açıklıkları vardır. Revağa açılan birer penceresi de bulunan odalarda ayrıca birer ocak nişi de bulunmaktadır. Ana giriş ünitesinin hemen üstünde yer alan mescide 5 basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır.
Yapı, oda ve revakları alaturka kiremitli bir kırma çatı ile örtülmüştür.
     Hanın cepheleri, kaba yonu taşı ile kurulmuş olup; birinci kat pencerelerinin altında üç sıra tuğladan bir şerit hatıl bina etrafını dolanmaktadır. Kuzeydoğu cephesinde hiç penceresi olmayıp; kuzeybatı ve güneybatı cephelerde zemin ve birinci kat odalarının dışarıya açılan birer küçük penceresi bulunmaktadır. Güneydoğu cephesinde birinci kat odalarının penceresi varken, zemin kat odalarının bâzılarının penceresi vardır. Bu pencerelerin bâzıları zamanla kapatılmıştır. Pencereler, aynı ölçüde ve aynı düzende olup, cephede söveleri ve lentoları beyaz taştır. Ayrıca pencerelerin üstlerinde alınlıkları tuğla ile sağırlaştırılan birer kemer vardır. Bu kemerler, zemin katta kaş, birinci katta ise yuvarlak formdadır.
     İç mekânda duvarlar, bodrum hariç diğer katlarda dış cephelere göre farklılık gösterir. Zemin katta; odaların, revaklara bakan duvarları zeminden tonozların başlangıç noktasına kadar 2 sıra kaba yonu taşı ve iki sıra tuğla almaşığı ile; birinci katta ise yer yer bir sıra kaba yonu yaş üç sıra tuğla ile ve yer yer de sâdece kaba yonu taş ile kurulmuştur.
     Revakların avluya bakan yüzleri ise, zemin kat kemer ayaklarının yarısına kadar kesme taş, bundan yukarısı ise bir sıra kesme taş üç sıra tuğla almaşığı ile kurularak daha hoş bir görünüm elde edilmiştir. Zemin kat kemerleri bir sıra kesme taş üç sıra tuğla; birinci kat kemerleri ise sıralı olarak zemin kattaki gibi bir sıra kesme taş üç sıra tuğla ve kilit taşı kesme taş olmak üzere tamamen tuğladan çatılmıştır. Oda kapılarının lento üzerleri zemin katta alınlığında aynalı kemer, birinci katta ise kaş kemerle çatılmıştır. Pencere ve kapı lentoları ahşaptandır.
     Belirtilen özellikler yanında birinci kat pencerelerinin dış kemerleri ile revaklara açılan pencerelerinde üç dilimli kemer kullanılması; ana girişte iki kata şamil tek bir kemer tercih edilmesi, üst kata çıkan merdivenin altının masif tutulmayıp adeta sait kemer görünümünde yarım yuvarlak kemerle hareketlendirilmesi, odalarda yer alan ocak nişlerinin üst kısmının birer konsolla dışa taşırılarak, ocak üzerine bir nevi raf olarak işlev görecek şekilde yapılmış olması bu Hanın özenli tasarımını göstermektedir.
     Günümüzde, binanın tümünde duvarlarda sıva yoktur. Ancak, 1741-42 tarih kaydını taşıyan ve üst kat güney köşe odası duvarında bulunan yazının sıva üstüne yazılmış olması, hanın ilk inşaında duvarların sıvalı olabileceğine veya 1741-42 senesindeki tamirat / tadilatta sıvanmış olabileceğine karine teşkil edebilir. Bu yazı gibi sıva üzeri başkaca bir kalem işi süsleme olup olmadığı konusunda elimizde bir veri yoktur. Ancak, bina girişinde bulunan kimi süsleme unsurları bu ihtimalin pek de yabana atılmayacağını göstermektedir. Gerçekten, ana giriş aynalı tonozunun yan duvarlarında yer alan birer stilize servi kabartması ile tonozun üzengi hattındaki süslü konsollar ve yukarıda belirtilen estetik ögeler bu iddianın hiçte yabana atılmayacağını ortaya koymaktadır.
     Kemerlerin tuğla veya taş tuğla almaşığı ile kuruluşundaki özen, basık kemerden aynalı kemere, kaş kemerden üç dilimli kemere ve nihayet oldukça azametli yarım daire kemerler ve bu kemerlerin gölgesindeki aydınlık avlusuna, tamamen tuğla ile kurulmuş tonozların ahengine kadar pek çok unsur göz önüne alındığında, özel olarak bir süsleme unsuruna yer verilmemiş olsa bile Çengelhan'ın mimarî kurgusu esaslı bir estetik beğeni uyandırmaktadır.

Çengelhan'ın restorasyon öncesi avlusundan görünüm

Çengelhan'ın restorasyon öncesi avlusundan görünüm
Restorasyon sonrası revaklardan bir görünüm


Google Harita :  https://goo.gl/maps/Q1KVCg2LWVL2

24 Ekim 2018 Çarşamba

Ankara Hakkında Ne(ler) Biliyoruz?


Uzun yıllar orta kademe yöneticilik yaparak emekli olmuş bir tanıdığım, müzenin kültür hayatı için ne kadar önemli olduğundan bahsediyor, toplum olarak bu konudaki "duyarsızlığımızdan" dem vuruyordu. "Roma Hamamı'na gittin mi?" diye sordum bunun üzerine. Aldığım cevap şu oldu: "Ben hamama gitmeyi sevmiyorum."

Hayatının en az 25 yılını Ankara'da yaşamış ve müzenin öneminden bahseden bu "emekli yönetici" Roma Hamamı'nı bildiğimiz hamam olarak anlamıştı; ben de onun Roma Hamamı'na gitmediğini ve dahi "duymadığını"..

Oysa, birkaç yılını Ankara'da geçiren her kişi Ankara'nın Ulus semtine yüz metre mesafedeki bu tarihî eser kalıntısının önünden en az birkaç defa geçmiştir. Yapıldığı dönemde gerçekten de bir hamam olan ve günümüzde Roma Hamamı adıyla bilinen bu tarihî eser kalıntısı  aynı zamanda bir açık hava müzesidir. Diğer tarihî eser kalıntılarıyla birlikte, Ankara'nın Roma İmparatorluğu topraklarına dâhil olduğu zamanlarda imparator Caracalla adına MS 3. yüzyılda yaptırılan ve yüzyıllarca hizmet verdiği bilinen bir hamam kalıntısının da bulunduğu bu açık hava müzesini kaç Ankaralı gezmiştir?

Sadece Roma Hamamı mı? Kaç Ankaralı ilk iki Meclisin binalarını bilir? Hadi bilir diyelim kaç kişi İlk Meclis Binasının İttihad ve Terakki Cemiyeti Mahfili (toplantı yeri, kulübü), İkinci Meclis Binasının ise Halk Fırkası (Cumhuriyet Halk Partisi) Mahfili olarak yapıldığını bilir? Kaç kişi bu binaları gezmiştir?

Kaç Ankaralı Ulus'ta deflarca gördüğü, dibinde arkadaşıyla buluştuğu, üzerinde Atatürk Heykeli bulunan Anıtın adının "Ankara Zafer Anıtı" olduğunu, Heykel ve Anıtın Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatında açıldığını bilir? Kaç kişi bu Anıtın güney kaidesinde iki bozkurt başı olduğunu farketmiştir?

Kaç Ankaralı Kızılay semtindeki Güven Parkta yer alan "Güvenlik Anıtı"nın duvar kabartmalarına bakarken Kitabesini okumuş, Kitabede geçen "Nevzat Tandoğan Ankara İlbayı ve Uray Başkanı iken" sözündeki ilbay ve uray başkanını -ve aynı anda her ikisinin bir kişi tarafından yapılmasını- merak edip öğrenmiştir?

Ulus'taki Hacıbayram Câmiinin güney yanındaki Augustus Mabedini kaç Ankaralı bilir? Bu Mabedin önce Frigyalılar tarafından tanrıları Men adına yapıldığını, daha sonra Galatlar tarafından tekrar yapıldığını, Galatların Kelt kökenli olduklarını...

Ankara Kalesi'nde Anadolu Selçuklu sultanı Alaeddin Keykûbat tarafından yaptırılan -ve hâlen ibadete açık- bir câmi olduğunu,

Ankara'da bir "Yahudi Mahallesi" olduğunu,

Ankara'da ilk tren garının 1892 yılında Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapıldığını,

Samapazarı'nı, Koyunpazarı'nı ve Atmeydanı'nı,

Hanlar bölgesini,

Kaç Ankaralı bilir?

Kebapçı Hacı Halit - Diyarbakır

  Diyarbakır Ulu Camiini ziyaretim esnasında acıkınca, etraftaki birkaç esnafa yemek yiyebileceğim iyi bir esnaf lokantası sordum ve hepsind...