5 Şubat 2019 Salı

Lokanta müşterileri

Esas olarak iki tür lokanta müşterisi vardır: Yemek yedikleri yere önem verenler ve yediklerine önem verenler.
Birinci gruptakiler için "ambiyans" herşeydir. Gösterişli bir mekân, gösterişli masa örtüleri, parlak çatal ve bıçaklar, origami sanatının bir örneği imişçesine tuhaf biçimlerde katlanmış peçeteler vs. vs.
Çatal nerede, bıçak nerede, hangisi hangi elde tutulur, şu tuhaf geniş bıçak neyin nesidir, peçete nasıl kullanılır, etraftakiler nasıl, kim bana bakıyor gibi onlarca soru ve istihfamın altında ne yediğinizi bile farketmezsiniz. Farketseniz dahi, "kral çıplak" demek cesâret istediğinden tatsız tuzsuz yiyecekleri bile methetmek zorunda kalabilirsiniz. Hele bir de yemek fiyatı aklınıza düşerse, hiçbirşey anlamazsınız yediğinizden.
Erbâbı olmadığınız bıçak kullanmak işkencesi demoklesin kılıcı gibi durur başınızda. Eh azıcık da mütedeyyin iseniz, "pırotokol"e ya da kamuoyu baskısına uyarak sol elinizdeki çatalla yediğiniz her lokmada bir günah duygusu içinize oturur. Böyle anlarda, -Kemal Sunal'ın başrolünde oynadığı -Sosyete Şaban filmindeki Şaban Ağa'nın, yemek yemeyi öğreten hocası eşliğinde tavuk etini bıçakla kesip sonra eliyle çatala takma sahnesi gelir aklıma.
Kendi istekleri ile bu grupta olanlar için "o" lokantada yemek yemek bir gösteriş, bir statü edinme aracı, bir nevi kompleks tatminidir. Böylesi bir lokantaya görev gereği, arkadaş ısrarıyla, toplu bir yemek organizasyonu gibi sebeplerle isteğiniz dışında gitmek zorunda kalmış olabilirsiniz. Eğer görev gereği gitmiş iseniz, hiç sesinizi çıkarmadan yemeğin bitmesini bekleyin. Diğer durumlarda, masada  bilmediğiniz bir yemek varsa veya gelirse çekinmeden ne olduğunu sorun. Çatal ve bıçağı istediğiniz elinize alın. İsteğinizi hiç çekinmeden belirtin ve asla lokanta görevlilerine senli-benli davranmayın. Tercihlerinizi belli etmekten korkmayın. Unutmayın ki hiç kimse sizi -hangi sebeple olursa olsun- yiyemiyeceğiniz bir şeyi yemeye zorlayamaz. 
İkinci gruba gelince:
Bunlar, ağzının tadını bilen ve lezzetli yemek yemek isteyenlerdir. Masalardaki örtü umurlarında değildir. Bezle silinip kurulanmış örtüsüz bir masada yiyebilirler yemeklerini. Ekmek arası da yiyebilirler yediklerini; ekstra ekmek veya pide istemekten de çekinmezler ve bu istekleri hemen yerin getirilir. Ekmek genellikle tâzedir; pide de öyle ve hatta sıcacık. Bunlar, bir esnaf lokantasında tanımadıkları insanlarla aynı masada oturup yemek yiyebilirler; zira buradaki asıl amaç "yemek yemek"tir.
İkinci gruptakiler, neyi nerede yemeleri gerektiğini bilirler. Kuru fasülye mi? Hadi Emin Usta'ya.. Döner mi? Hadi Azim Beşiktaş'a.. Yakında ise Meşhur Ankara Dönercisine. Tavuk mu yenilecek? Tahtakale Sokak'ta Üçler Tavuk'a.. Şuranın Sivas köftesi iyi, şurada kokoreç iyi yapılıyor, şurada ekmek kadayıfı yenir... Bu liste uzar gider.
İkinci grup için iki kriter söz konusudur: Lezzet ve temizlik. Fiyatı bir kriter olarak katmıyorum; zira bu yerlerde yiyecek fiyatları umûmiyetle mâkuldür.
Hayatımıza değer katmanın yollarında birisi de ömür yolculuğunda tadlara yer açmaktır; aşırıya kaçmadan, temizinden, keşkelerin koynuna düşmeden. Düşünün ve karar verin, hangileri daha önemli sizin için diye.
Ben mi? İkinci gruptayım elbette.

Kebapçı Hacı Halit - Diyarbakır

  Diyarbakır Ulu Camiini ziyaretim esnasında acıkınca, etraftaki birkaç esnafa yemek yiyebileceğim iyi bir esnaf lokantası sordum ve hepsind...