23 Ocak 2019 Çarşamba

Yıllar öncesinden esintiler - Köyümün karları

Ankara'da yatılı okuduğum yıllarda, yarıyıl tatillerinde köyüme giderdim. Köye yağan kar -Ankara'nın kirli-beyaz kar'ına inat- devasa bembeyaz yorganını örtmüş olurdu bütün köye. O zamanlar çok kar yağardı; öyle ki bir sabah uyanıp dışarı çıkmak için evin kapısını açtığımızda karşımızda sâdece kar görmüştük.  Gece boyu yağan kar, evimizin kuzey tarafını tamamen doldurmuştu ve babam bir kürekle karda bir tünel açmıştı da öyle çıkabilmiştik dışarıya. Göz alabildiğince beyaz bir örtüyle çevrelenmişti bütün köy. Bu dingin beyazlığın içinde patika hâlinde yollar, sobalardan çıkan yanmış atıklar ve ağaç gövdelerinin karartısı görülürdü sâdece.

Pencereden, karlı tabiatın hiç sonu yokmuş gibi görünürdü ve ben bu sonsuzluk hissi içinde divana uzanırdım. Dışarıda zifiri sessizlik varken sobada yanan odunların çıtırtısını duymak ruhumu ısıtırdı. Sonra sobanın üzerindeki tencerelerden ve güğümden gelen hafif tıkırtı ve fokurtularla annemin sıcaklığı, babamın güveni birleşince hissettiğim huzur ve mutluluk  bütün ruhumu sarıp sarmalar, beni asûde ülkemin kralı yapardı. Sonraları hiç tadamadığım bu esrik hâl ile bin renkli uyku diyarına uçardım usulca.  O divandaki bir saatlik uyku öyle dinlendirirdi ki ruhumu ve bedenimi, her uyanışta esenliğin mücessemleştiğini hissederdim...

Neden sonra annemin sesiyle fırından yeni çıkmış leziz çöreklerin dâvektâr kokusunun kapladığı bir zamana uyanırdım. Pek sevdiğimi bildiğinden annem çöreğin hamuruna kendi yaptığı sucuktan parçalar koyar, yağlı fırın tepsisinde nar gibi kızaran sıcacık çöreği ardımdan atlı kovalıyormuşçasına indirirdim mideye. Hiçbir şehrin, hiçbir dükkânın böreği de çöreği de o tadı vermiyor, veremiyor.. Hiçbirinde o lezzeti bulamadım yıllar içinde; belki de eskilerin dediği gibi o zamanlar "ağzımın tadı yerindeydi", kimbilir... Aradan geçen kırk yıl o lezzeti unutturamadı.

Yiyeceğimiz, içeceğimiz, sevgimiz, kızgınlığımız velhâsıl herşeyimiz kar gibi saf ve lekesizdi. Evet, salam ve sosis bilmezdik, hamburger yoktu yemek listemizde, hardal ve ketçap da öyle. Kolanın ismi bile duyulmamıştı ve kahve denildiğinde sâdece Türk kahvesi anlaşılırdı. Kaplarımız kalaylı bakırdı ve henüz teflonla, titanyumla, petle karşılaşmamıştık. Cheesecake ve donut yıldızlar kadar uzaktı bilinirliğe...

Unumuz henüz, tam buğday, tam tahıl ve kepekli şizofrenisiyle mâlûl değildi. Domates, biber, patlıcan yaz sebzesi olmaktan vazgeçmemişlerdi daha. Et, kurutulmuş veya kavrulmuş hâldeydi ve derin dondurucu tatsızlığına düçar olmamıştı. Elbebek-gülbebek korunan üç-beş yaz meyvesi hususi zamanlar veya misafir için saklanırdı. Hilesiz peynirler çömleklerde olgunlaşıp sararır, hiç duyulmamış rokfor, gravyer, gouda kelimeleri, duyulsa bile "neyi ifade ettikleri bilinmez" vasfından çıkamazlardı. Trans yağ, doymuş yağ, doymamış yağ, soya yağı, kolza yağı, palm yağı en âlim ve en âriflerin bile taacüb edecekleri lakırdılardı. Zira yağ denilince akla sadeyağ gelirdi; "vita" istilası başlayıncaya kadar.

Sütün uzun ya da kısa ömürlüsü olmazdı; süt henüz sağılmış bir şeydi zira. Yoğurdun kaymaklısı, homojenizesi, çileklisi, "doğal"ı da olmazdı... Pre mi pro mu bilmezdik amma bütün yoğurtlar probiyotikti. Köftürde glikoz şurubu var mı acaba diye bir soru akla gelmezdi. Bal gerçek bal mı sorusu akla ziyandı. Su, çeşmeden içilir, şişedeki bir şey ancak ilaç olabilirdi; ya da zehir.

Dolar kuru tâkip etmezdi kimse. Borsa hiç duyulmamıştı. Banka, duyulan ve bilinen fakat uzak durulan bir yerdi. Para, evet önemliydi ama herşey değildi. Yardım kelimesi henüz dünyamıza yabancılaşmamıştı. Komşular biribirinden birşeyler ister, istenen şey verilir amma karşılığı beklenilmezdi.

Henüz elektriğin olmadığı zamanlarda gaz lambasının körsen ışığında biribirimizi şimdinin göz kamaştıran lambalarının aydınlattığından daha iyi görürdük.
Büyük radyolar vardı, bütün bir köyde üç beş tâne belki. Gâzi dedemlerin de -dedemin maaşı sebebiyle- bir "pilipis" radyosu vardı mesela. "Acans" saatlerinde büyüklerin başına toplaşıp dinledikleri, ibre ekranında bütün yabancı şehir isimlerinin Türkçe yazıldığı radyolar. Televizyon, eskilerin "Bi gün bir iradiyo icat olunacaamış, içinde adamlar gorünecaamiş"(*) dedikleri, daha yenilerin duydukları ama hiç kimsenin görmediği bir şeydi.
Pazara kamyon kasasında gidilir, sabah serinliğinde o kasada mâruz kalınan rüzgarla üşünür, yine de kimse "nolacak bu memleketin hâli" demezdi...

***

Bir gün köye gelen adamlar yol boyu çukurlar kazmaya başladılar. Sonra o çukurlara beton direkler diktiler ve o direklerin üstüne de parlak teller döşediler. "Aletdirik"(**) denilen birşey geliyordu köye. Bir gün o direklere aralıklı olarak taktıkları lambaların parıldadığını gördük. Evlerin damına metal borudan direkler dikip yoldan geçen tellere bağladılar ve evlerde de "aletdirikli" lambalar yanmaya başladı.
"Alamancılar", naylon mintan getirdiler köye ve naylon gocuk..
Sonra "çanta radyolar" geldi. Eski radyolara göre küçücüktüler. Herkesin bir radyosu oldu. Derken televizyon da geldi. Damlara dikilen antenleriyle, akşam başlayıp gece biten yayınlarıyla, salı akşamları Türk filmi, cumartesi geceleri Amerikan filmleriyle ve daha önce görmediğimiz, bilmediğimiz bir sürü şeyle...

Ve "dizi"ler başladı, işi gücü bırakıp dizileri tâkip etmeye başladık. "Oturmaya gitmek" tâbir olunan ve sohbet edilen komşu ziyaretleri televizyon seyir akşamlarına döndü. Herkesin televizyonu olunca da hepten evlerimize kapandık.

Sadece Amerika'yı değil, San Fransisco'nun sokaklarını bile öğrendik, insanların her biraraya geldiklerinde ellerinde hep içki bardakları görür olduk. Ensest ilişkilerin de yer aldığı Dallas dizisiyle yatıp kalktık.. Kanallar çoğaldı, renkli oldu yayınlar; hiç kesilmez oldu.. Ahlâka aykırı ilişkiler "aşk yaşamak" diye beynimize kazındı.

Velhâsıl köyün karları da önce kirli beyaz oldu, sonra yağmamaya başladı. Köyümüz ve bizler hep berâber kirlendik, mâsumiyetimizi kaybettik...

Herşeye rağmen sobanın fırınında pişmiş patateslerin sıcak buğusu tütüyor hâla hayâllerimde..

---
Meraklısı için notlar:
(*) "Bir gün bir radyo icat olunacakmış, içinde adamlar görünecekmiş" cümlesinin Nevşehir ağzı ile söylenişi.
(**) Elektirik
Köftür: Üzüm suyundan yapılan kalınca pestil.
Pilipis: Philips
Acans: Ajans, haber bülteni.


Tarihi Sultan Sofrası - Mardin

 Mardin Kalesi'nin eteklerinde kurulmuş eski Mardin'de 1 Numaralı Cadde üzerinde kasaplar çarşısının girişinde yer alan bir esnaf lo...