17 Ocak 2019 Perşembe

İsimsiz

Bambaşka bir sarı zambak
Kelebekleri kıskandırırdı yürürken. Sanki yer çekimi yokmuş ya da tüymüş gibi süzülürdü bir yerden bir yere giderken ve toprak incinmezdi o üstüne basınca. Mâvi çivit mâvisi, yeşil nil yeşili, pembe şeker pembesi olur, yavruağzının yanakları allaşırdı onun için. Uzak iklimlerin masalları, akla üşüşmek için sıraya girerdi  onu görünce. O varsa, yavruağzı lâciverde kaçmazdı, gece olmasın diye. Ve ay çivilendirdi yerine yakamozlar mehtaptan mahrum ve öksüz kalmasınlar diye. Yaz ısıtır ama kış üşütmezdi  o varken ve ruh ilkyaz ikliminde saltanat sürerdi hep.

Bakışları ne kadar delici ise bir o kadar da munis ve utangaç idi. Gölgeli bal renkli gözlerinde çokluk mâveranın buzu hüküm sürse de zaman zaman vuslatın ışığı çakardı. Has bahçeden çalınıp kırlara bırakılmış sarı bir zambak gibiydi; öylesine başka, öylesine mütenasip, öylesine vakur ve öylesine mütevazı.. Ehli olmayan anlayamazdı onun hasbahçenin çiçeği olduğunu ve o da belli etmez, belli etmek için hiç çaba göstermezdi. Zira onu anlamayan için ne bahçenin, ne çiçeğin ne de rikkatin önemi olmadığını bilirdi.
Başkaydı işte.. bambaşka...

Ah minel aşk ve halâtihi
Yedi dağdan topladığı yedi çiçeğin usaresini bal buharında çıkarıp üstüne yedi gün şiir okuyarak hazırladığı iksiri içince ruhu esriyen bir adam, onun bakışlarındaki vuslat ışığını yakalamak isterken mâveranın buzuna kapıldı ve bilinmedik bir âleme nefyoldu...
Kimsecikler yoktu sürgün olduğu yerde. Zifiri sessizlik hüküm sürüyordu.
Adam şikayetçi değildi; çünki sürgününün sebebiyle kaplanmıştı varlığı. Karanlıklar içinde gölgeli bal renkli ışıklar, sarı zambaklar vardı; erişemeyeceği, dokunamayacağı kadar uzakta olsalar da görüyordu ya... Dört tarafı buzdu amma o çok uzaklardaki ışık donmasına mâni oluyordu. Herşeyiyle teslim olmuştu ve gözlerini her kapadığında vuslat rüyası görüyordu...

Ilık bahar rüzgarında uçuşan sarı zambaklar okşuyordu yüzünü. Zambakların her dokunuşu cehennemî bir yakışla dalasa da yüzünü, onun varlığına hâkim oluşun buzlu serinliği ile yanmaz hâle geliyor ve o anlarda bir sonsuzluk şarabı ummanına gark oluyordu.
Sonra ellerini uzatıp usulcacık o bahar filizi parmaklara dokunuyor, her temas zaman çarkını tersine çevirip evvelki baharları yeniden ve yeniden yaşatıyordu...  Uçlarında en tatlı tebessümün tohumunu barındıran dudaklarının birleştiği noktaya yapılan yolculuklarda bütün bedenini kasıp kavuran bir kamaşma ile öylesine doluyordu varlığı ki hem güneşe ve hem aya ve hem yıldızlara dokunuyordu. Sekizinci renkle müzeyyen, beşinci mevsimle mübeşşer oluyordu o anlarda. O anlarda Faust olup zamana dur ey zaman geçme demek, Chopin olup bütün noktürnlerin en güzelini bestelemek, Yahya Kemal olup lâlezardaki ahbâba gazel yazmak istiyordu.

Persona non grata
Rüyadan uyanınca Mephisto düştü aklına; onun Mephisto'su sarı zambaklardı...
Ve böylece gün ortasında karanlığı yaşamaya, kalabalıklar içinde yalnızlığın kekreliğini tatmaya başlayınca anladı baharların sarı sıcağa ya da mâvi soğuklara götürdüğünü ve işte o an kendisini kendi ülkesinin istenmeyen adamı ilan etdi.
Gem vuramadığı hislerinin, "Bekle, zambakların zamanı geçinceye kadar bekle" diyen Mephistovâri ateşi ile aklının zehirli kıymıklarının cengi başlamışdı...
Böylece ruhu boşluk elbisesini giydi.
Ve fenâyı bildi o an; fâni oldu.
"Bildim" dedi, "bildim..."
Bildiğiyle uçmaya vardı.

Kebapçı Hacı Halit - Diyarbakır

  Diyarbakır Ulu Camiini ziyaretim esnasında acıkınca, etraftaki birkaç esnafa yemek yiyebileceğim iyi bir esnaf lokantası sordum ve hepsind...