7 Kasım 2018 Çarşamba

Sonbahar

Bâzı şeyleri neden daha çok severiz? Bu soruya bulduğum cevap "daha çok sevdiklerimizin çocukluğumuza ait renkler, tadlar veya kokular taşımasından" oldu... Zira -pek çoğumuz için- çocukluk, neredeyse hiçbir derdimizin olmadığı mutluluk çağımızdır; benim için öyleydi.

Sonbahar da böyle değil midir? Hadi çocukluğunuza ait sonbaharları düşünün. Yeşilden sarıya, sarıdan turuncuya, turuncudan kızıla, kızıldan kahverengiye doğru uçuşan renkleri, dökülen yaprakların havada uçuşmasını, olgunlaşmış meyvelerin imrendiren renklerini, baş döndüren kokularını.. 

Kendi çocukluğumun sonbaharlarını düşünüyorum da...

Yemyeşil yaprakların sarıya usulcacık kaçışlarını.. Her sabah bahçemizin renginin farklılaşmasını.. Sarının kızıla tahvilini.. Yaprakların  beklenmedik zamanlarda ansızın dallarını terkedişlerini, havada uçuşmalarını, toprağa sarı-turuncu bir yorgan serişlerini..
Annemin, dökülen yaprakları süpürerek meydana getirdiği gazel yığınının üzerine kendimi bırakınca yumuşacık yapraklara gömülüşümü.. Sararan yaprakların o kendine has kokusu, serinliği ve yumuşaklığı ile beni sarıp-sarmalamasını.. Yapraklarla hemhâl oluşumu..

Dallardaki elmaların, kurukalem resimlerde kırmızı kalemle çizilen çiçeklere benzeyen ihtişamını..  Armutların toplanıp buğday deposundaki zahirelerin içine gömülüşünü.. Gömülen armutların sarardıkça günden güne artan, bütün evi kaplayan ve insana mutluluk aşılayan kokusunu..

Dikenli bir deyneğe takılarak tavana asılan hevenklik üzüm salkımlarını..

Üzümlerin şırasının çıkarılmasını.. bir torbadan gece boyu süzülen şıranın gecenin ayazı ile buz gibi oluşunu.. sabah, kalaylı leğenin üzerine eğilerek o buz gibi şıradan kana kana içişimi..

Pekmez kaynatılmasını.. Bana devasa gelen o kocaman leğenin altındaki ocağın masal dünyasının ejderhalarının nefesini andıran kocaman alevlerini.. şıranın pekmeze dönüşürken çıkardığı iç yakıcı kokuları.. pekmez leğenine atılan ayvaların hiç bir şeyle ölçülemeyen o mayhoş tatlı lezzetini..

Raflara dizilen kavunların, buğday deposundaki armutların, tahta kasalardaki elmaların, asılı üzümlerin gittikçe artan ve biribirisine karışan o târifsiz râyihalarını..

Yapraklara düşen çiylerin o berrak pırıltılarını..

Üşümeye başlayışımı..

Annemin daha sıkı giyinmem için gittikçe artan ısrarlarını..

Gözlerimde yağmur bulutları gezdirerek hatırlıyorum.

Her sonbahar büyük buluşmaya biraz daha yakınlaştırsa da...

Bahtiyar Vahapzade'nin "Annem Öldü mü" şiirinde söylediği gibi
Gün olur akşam…
Vakit geçer sen benden uzaklaşırsın
Ben sana günbegün yakınlaşırım…

Kebapçı Hacı Halit - Diyarbakır

  Diyarbakır Ulu Camiini ziyaretim esnasında acıkınca, etraftaki birkaç esnafa yemek yiyebileceğim iyi bir esnaf lokantası sordum ve hepsind...