Uzun Bir Tren Yolculuğu

Çoktan beridir görmek istediğim Erzurum'a trenle -hem de normal hızlı bir trenle- gitmeye karar vermiştim; Ankara-Kars arasında çalışan Doğu Ekspresi ile. TCDD'nin internet sayfasında verdiği bilgiye göre -Erzurum'a kadar-  tam 22 saatlik ve 40 duraklık bir tren yolculuğu. Daha önce de tren yolculukları yapmıştım, ancak bu kadar uzun bir yolculuğa ilk defa çıkacaktım.

Pulman'dan bir bilet aldım ve tren tam da belirtildiği gibi 17:55'te hareket etti. Ankara'yı çıktıktan sonra akşam üzeri kayalık, ağaçlık ve derelerle dolu bir çevreden geçmeye başladık. İlk intibam, hasretini çektiğim tabiatla el ele koyun koyuna bir yolculuk yapacağım yolundaydı. Hava karardı; tren gece boyunca çeşitli duraklarda dura kalka yol aldı ve sabaha karşı Sivas'a vardı.

Sabah gün doğarken bir saatlik bir rötarla tren Sivas'tan hareket etti. Henüz ufuktan doğan güneşin ilk ışıkları yüzüme vuruyordu. Biraz zaman geçince arasından geçtiğimiz dağların tepeleri güneş ışıklarıyla aydınlanırken eteklerine henüz ışık değmemişti.  

Tren yolunun hemen yanından küçük bir dere akıyordu. Yeşilliklerin arasında öyle nazlı, öyle kıvrıla kıvrıla akıyordu ki şırıltısını duymasam da hissediyordum. Karadeniz ve Güney Anadolu Bölgesi hâriç olmak üzere Sivas'tan doğuya hiç gitmemiştim. İlk defa gördüğüm bu ağaçlar bu tepeler pek renkli pek hoş görünüyorlardı gözüme.

Dere hâlâ kıvrıla kıvrıla akıyor. Etrafındaki bolca söğüt ve kavak ağaçları ile sanki çıplak tepelerin bozluğuna, biçilmiş ekin saplarının sarısına, sürülmüş toprağın kara kızıl rengine takılmış bir yeşil gerdanlık gibi. Gökyüzü lekesiz bir atlas gibi masmâvi ve pırıl pırıl.

Yemekli vagonda kahvaltı hizmeti saat 07'de başlıyormuş, gidip bir masaya oturdum.  Sabahın ilk ışıkları altında geniş düzlüklerden ve tünellerden geçiyor tren. Her tünel çıkışı sanki geceden gündüze geçişin hızlandırılmış piyesi gibi. Kahvaltımı beklerken girdiğimiz bir tünel çok uzundu; neredeyse 5 dakikadadır tüneldeyiz.  Sonradan adının Deliktaş tüneli olduğunu ve uzunluğunun 5.470 metre olduğunu öğreniyorum bu tünelin.  Yapımına 1973'te başlanılmış ve hizmete girmesi tam 39 yıl almış.

Çaltı Çayı

Divriği'den sonra tabiat birden değişti. Tren yolunun iki yanındaki pas renkli sarp dağlar sanki devlerin yaptığı bir savaştan çıkmış gibi. Tren yolunun gidiş yönünde sağ tarafta Çaltı Çayı akıyor. Suyu yeşile kaçan kirli bir renkte. Dağlar makiden hâllice ağaçlarla dolu. 

Pas renkli dağlarla çayın iki yanındaki sazlar ve ağaçların parlak yeşili çok hoş bir tezat oluşturuyor. Bu arada sanki çay gittikçe büyüyor. Böylece bir saat kadar gittikten sonra tepeler Anadolu'nun o bildik yuvarlak hatlı yaşlı tepeleriyle arada sivrilen kayalı hırçın tepelerle karma bir hâle geliyor. Dağ yamaçlarında ara ara antrasit renkli topraklar görülüyor. Kuşluk vaktinin ışığı altında tabiat pek hoş ve pek etkileyici görülüyor. Evet çay gittikçe büyüyerek küçük bir ırmak hâline geliyor ve sonra yolun -gidiş istikametine göre-  sol tarafına geçiyor. 

Biraz daha gidince artık tepeler çokça yuvarlak hatlı hâle geliyor. Demek ki devlerin savaş alanından uzaklaşıyoruz. Bu arada, henüz ağustosun yarısı geçmiş olmasına rağmen bazı ağaçların yapraklarının kızıl sarı bir renge döndüğü görülüyor.  Doğuya doğru gittikçe havanın soğumasından olsa gerek. Velhâsıl tabiat sürekli sürprizlerle dolu.

Dağlar arasında akan Karasu

Yolumuz İliç'e doğru kıvrılırken Karasu, üzerinde kurulmuş barajdan dolayı âdeta göl gibi görünüyor. Arada tünele giren tren birden yeşil ve mâvinin hüküm sürdüğü bir canlı tabiatın kucağına bırakıyor sizi. Sivri iki yamacın arasındaki yeşil suyu, masmâvi gökyüzünü, kim kızıla çalan tepeleri görmek târifsiz bir zevk veriyor. Kayaların arasında devasa bir akvaryum seyreder gibiyiz.  Bu güzellikleri yerinde görmek gerek.

Dağlar arasında akan Karasu videosu

Derken küçücük bir istasyona geliyoruz, Güllübağ istasyonuna. Birden heyecanlanıyorum, zira  Esat Kabaklı'nın Güllübağa Selam adlı şiirinden hatırlıyorum burayı. Demek ki o şiirde geçen yerler burasıymış diye her bir ağaca, her bir eve dikkatlice bakıyor ve kafamda canlandırdığım hayallerimle örtüştürmeye çalışıyorum... Acaba hangi damda "bastuk" yapmıştı Şairin annesi... Gıdik Daşı, Buzluk Daşı, Sarp Kaya nerelerde idi... Tasalı Bekir nerelerde dolaşmıştı... Bu hayâllerin somut yerlerini ararken birden "gerçeğin kucağına düştüm". Burası Erzincan'a bağlı bir yerdi. Oysa Şair Harputlu idi ve  şiirinde geçen Güllübağ değil Göllübağ idi. Ne gam... Burasını O şiirdeki yerler zannederek geçirdiğim kısa zaman içinde kurduğum hayâller yeter bana.

İliç HES gölü

Büklümdere'ye yaklaşırken topografya yine değişti.  Sanki Orta Anadolu'da gibiyiz. Bozkır ve vaha ikilisi burada da karşımıza çıkıyor.

Kemah'a vardığımızda 105 dakika rötar yapmıştı tren. Kemah, geçerken görebildiğim kadarıyla kireç taşından dik yamaçları olan tepelerin arasına sıkışmış bir yer hissini uyandırdı bende. Hâlâ Trene Karasu eşlik ediyor ve iki yanımızda tepeler var. Bu dağların belli bir râkımına kadar ağaç yetişiyor ve daha üstü neredeyse çıplak. Gidiş yönünde sağda ağaçlı tepeler var. Solda Karasu havzasının kenarında katmanlı kum taşları, biraz ileride çıplak tepeler görülüyor.

Şimdi gidiş yönüne göre Karasu tekrar sağımızda. Etrafında bolca söğüt ağaçları var. Bu arada tepeler dağa dönmeye başladı. Yeşillikler arasında -ihtimaldir ki o yeşillikler kesilerek oluşturulmuş- ekin tarlaları var. Bu hâliyle manzara saman sarısı mendillerin etrafına yeşil oya çekilmiş gibi görünüyor. Erzincan'dan sonra dağlar daha yüksek ve bitki örtüsü daha sık. Karasu ile demiryolunun arkadaşlığı devam ediyor. Dağ eteklerinde erozyon izleri âyan beyan. 

Erzurum'a yaklaştıkça etrafa bir ova havası hâkim oluyor. Kıraç dağların, geniş yeşillik ve kavak vahalarının olduğu bir geniş düz ova. Bu düzlüklerden geçerek ve her durakta rötarımızı biraz daha arttırarak,  güneyi dağlarla çevrili Erzurum'a varıyoruz. 2 saat rötarla.

Yolculuk böyle. Trene gelince:

İngilizler, trenlerinin dakikliği ile övünürlermiş ya, "İngilizlere benzememek" gibi millî bir sâikle olsa gerek (!) TCDD trenlerinin saatleri verilen yol takvime pek uymaz. Yola çıkarken, kalkış saati ne kadar dakik derken keşke dilimi ısırsaymışım. Yol boyu yaptığı saatlik rötarlar yetmiyormuş gibi bir de bâzı duraklarda uzun uzun bekliyor tren. Meselâ  Yenikangal  ve Çadırkaya istasyonlarında yarımşar saatten fazla bekledik. Neden, niçin, nasıl...Yolcuların hiçbir bilgisi yok.

Trenlerde sigara içmek yasak. Ancak, bâzı yolcular vagon aralarındaki boşluklarda sigara içiyorlar ve sık sık açılıp kapanan, bâzen sürekli açık kalan kapılar sebebiyle sigara dumanı vagonlara doluyor. Tren görevlileri durumu bilmelerine rağmen hiç bir tedbir almıyorlar.

Havalandırma sisteminin ne zaman çalışacağı alacakaranlık kuşağı hikâyesi gibi... Nitekim, yola çıktıktan biraz sonra benim bulunduğum 1. vagonun havalandırma sistemi çalışmamaya başladı. Vagon hem sıcak hem nemli. Gömleğim terden vücuduma yapıştı. Bir görevli bulup îkaz etmek gerek diye düşündüm. 1 nolu vagondan görevlilerin bulunduğu ilk vagona geçmeye yarayan kapı kilitliydi. Dolayısıyla bir görevli bulabilmek ümidiyle bütün vagonları dolaştım, hatta yemekli vagona dahi baktım, yok! Bir tek görevli yok. Bir îkaz düğmesi vesaire de yok. Çâresizce yerime döndüm. Neden sonra geçmekte olan bir görevliye durumu ilettim. Bir saat kadar sonra vagonda şartlar saunadan hallice oldu. Ama bu da uzun sürmedi. Bir müddet sonra yine bir görevliyle karşılaşmak bahtiyarlığına eriştiğimde durumu sordum, "fazla ısındığı için klima kendini korumaya almış" dedi. (!) Ama bir çözüm yok. İşin kötüsü eski tren vagonlarının pencerelerinde olan havalandırma mekanizması da bu "yeni" trenlerde yok. 

Bu arada, yine Doğu Ekspresi ile dönerken, 24 saate yaklaşan yolculuğumuz boyunca bulunduğum vagonun kliması "soğuk hava modu"nda idi hep. Soğuttu da soğuttu. Klimadan ziyâde yiyecek dolabı mantığı hâkim soğutma sisteminde. İyice anladım ki TCDD yolcuları pek umursamıyor. 

Tuvaletler son derece pis. Burada suçun TCDD'de değil yolcularda olduğunu belirtmek gerek. Tuvaletlerin birkaç fotografını çektim amma buraya koymak içimden gelmedi. 

Anladım ki Doğu Ekspresi, bu hat üzerindeki 48 duraklık güzergâhta yaşayanların çoğunlukla "yük taşıma" ihtiyaçlarını karşılayan bir ulaşım aracı.

Son söz

Peki bu Trenle bu yolculuğa çıkılır mı? Eğer tek başınıza yolculuk yapacaksanız hayır. Birden fazla kişi yolculuk yapacaksanız pulmanda değil, örtülü kuşetlide evet. 

Ancak, yolculuk boyunca gördüklerim ve bana verdiği tecrübe, herşeye rağmen iyi ki bu yolculuğa çıkmışım dedirtiyor.

---

Meraklısına notlar:

1) Esat Kabaklı'nın "Göllübağa Selam" şiiri youtube'da mevcut. Bulup dinlemenizi tavsiye ederim. Ancak, aynı adı taşıyan birden fazla video olduğunu gördüm. Benim kasdettiğim şiir "Yad ellerde melûl mahzun gezerken" mısraı ile başlıyor.

2) Trenlerde pulman tıpkı otobüs kotlukları gibi düzenlenmiş kısımdır. Örtülü kuşetli ise, oturulan koltukların bir yatma yeri hâline getirilebildiği ve tren işletmeciliği tarafından bir örtü verilen 4 kişilik yolculuk bölmeleridir.

3) Doğu Ekspresi'nde "eskiden" yataklı vagon da varmış. Ankara - Kars yolculuğu "moda" hâline gelince sevgili TCDD işletmesi yataklı vagonu kaldırmış. Amma, "Turistik Doğu Ekspresi" diye bir başka tren ihdas etmiş. Haftanın belli günleri çalışan bu trende yatak ücretleri -2024 Ağustos ay'ı itibarıyla- pek ekonomik! 10.500.-TL!

4) Doğu Ekspresi'nde yemekli vagon var. Ama bir arkadaş grubu olarak örtülü kuşetli ile bu yolculuğa çıkacaksanız, yanınıza yiyecek almanızı tavsiye ederim.

5) Eğer Doğu Ekspresi ile yolculuk yapmanız kaçınılmaz ise, yanınızda kâfi miktarda su, soğukhava dolabı moduna karşı bir tedbir olarak kalınca bir üst giysi, mendil, tuvalet kağıdı ve kolonya gibi hijyen malzemeleri bulundurmanız tavsiye edilir.

(Aksi belirtilmedikçe fotograflar bize aittir)

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mardin

Bozyazı - Mersin

Ankara'da "Hanlar Bölgesi"