Habersiz geçen baharlar


Çocukluk ve gençlik yıllarımda köyümde yaşadığım  ilkbaharları yazmak için oturmuştum masaya. Gözlerimi kapatıp uzak yıllar ötesini hayalimde canlandırıyordum. Ve içine o yılların hasreti sinmiş şu satırlar dökülüyordu kalemimden:
"Güneş kuşluk vaktini geçmiş, tende sıcak ısırışlar yapacak kadar yükselmişti.
Vâdi, kayısı çiçeklerinden tozpenbe bir örtüyle sarmalanmıştı. Çiçeklerin târifsiz kokusu ruhu esritiyordu. 
Uzaklarda, çok uzaklarda Kızılırmak ilkbaharın hüküm sürdüğü düzlüklerde altın bir şerit gibi parlıyor, Hasandağı'nın karlı zirvesi puslu bir mâviliğin içinden kendini gösteriyordu.
Yakın ve uzak biraradaydı velhâsıl."

Bunları yazarken birden irkilerek  şimdiki zamana geldim... Bu defa da şu satırlar döküldü kalemimden:

Ahmet Muhip Dranas "Serenad" adlı şiirinde der ki;

Geçiyorum mevsim gibi kapından

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

Kapımızdan bir ilkbahar daha geçiyor ve biz farkında değiliz. Farkında olmadığımız diğer pek çok şey gibi... 

Yeşile göz kırpan beyaz çiçekleriyle erikler, penbeyle sarmaş dolaş çiçekleriyle elmalar ve kayısılar açtı. Biz başka işlerin gailesiyle fark etmedik o tül kanatlı çiçekleri... Sonra tomurcuklar patlamaya başladı ve iç güldüren yeşil yaprakcıklar başverdi kirli dünyamıza. Onları da fark etmedik... 

İlkbahar çiçeklerinin o târifi mümkünsüz ruh okşayıcı kokularını dahi hissetmedik. Koklayınca yok oluvereceklermiş hissini veren o çiçekler soldu. İçimizdeki duyarlılığın çoktan solup yok olması gibi.

Belki de farkında değiliz ama beş duyumuz gittikçe daha kör, daha sağır oluyor.  Herşeyin yozlaştığı madde dünyası bir ökse otu gibi içimizin manâ dünyasını da kaplıyor. Yokuş aşağı inerken freni patlamış bir araba gibi şahıs olmaktan beden olmaya koşaradım gidiyoruz.

Artık baharlar sâhipsiz.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Erzurum

Uzun Bir Tren Yolculuğu

Tekir (Akçatekir) Yaylası - Adana