Göcek, Bodrum ve tâtile dair

Bir yazar, Fethiye'de bir köy evinde yaz'ını geçirenle köyün az ilerisinde Göcek'te yatlarında, teknelerinde, ultra lüks villalarında yaz'larını geçirenlerden bahsediyordu. Yazıyı okuyunca Fethiye'nin -ismi belirtilmeyen- köyünün köhne, sevimsiz olduğu ama Göcek'in sanki bir cennet olduğunu düşünüyorsunuz. Acaba gerçekten böyle mi?

Önce şu sorunun cevabını vermek gerekiyor: Tâtil nedir?

Arapça atâlet kelîmesinden geliyor ve bu kelîmenin mânası hareketsizlik, boş durma, tembellik demek. Şu hâlde tâtilde aslolan her zaman yaptığınız işten uzaklaşmak, dinlenmektir. Dinlenmek ise hem bedenen ve hem de ruhen yapıldığında gerçekleşir. Dinlenmekte kalabalık yoktur, koşuşturmak yoktur, kirlilik yoktur,  gürültü yoktur. Arabanızı parkedecek yer bulamadığınız, üç kuruşluk şeyi elli kuruşa aldığınız, bir gecelik otel parasının fâhiş seviyelere ulaştığı, yabancı isimlerle süslenen sağlıksız yiyeceklerin kazığına "smoothie"lerle pansuman yapıldığı yerlerde yapılan tâtil değil azap olsa gerektir. Ben, tâtil beldelerini bu kriterlere göre değerlendiriyorum. 

Sıcağı, vıcık vıcık kalabalığı ve insanın kıyafetlerini üstüne yapıştıran nemi hiç sevmem; buna rağmen Kaunos Antik Kenti'ni gezmek üzere çıktığım yolculuğumda bir göreyim diyerek yolum Göcek'e de düştü.

Dağ, azıcık düzlük, cafeler, daracık bir yol ve deniz.

Yukarıdaki resimde de görüldüğü üzere denize kısmen paralel dağların eteğindeki dar ve küçük bir düzlükte bir köy iken şimdi Fethiyenin bir mahallesi. Koy'u tekneler için tabii bir sığınak. Bir zamanların papatyalar nâmıyla meşhur zenginlerinin uğramalarından sonra birden "moda" oldu Göcek'e gitmek; elbette tekneyle... Aşağıdaki resimde ise bu modaya uyarak koyu dolduran tekneleri görüyorsunuz. Bu teknelerin mazot ve yağ sızıntılarının, "biyolojik" atıklarının ne olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz.

Tekneler, tekneler... Atığını mâvi sulara bırakan tekneler.

Yukarıda da yazdığım gibi sıcağı, vıcık vıcık kalabalığı ve insanın kıyafetlerini üstüne yapıştıran nemi hiç sevmemem bir yana burada hemen arkanız dağlar, önünüz denizle çevrilmiş olunca, dağlarla deniz arasındaki o daracık kara parçası bende bir sıkıştırılmışlık, bir daralma hissi oluşturdu.
Hemen teknelerin bağlandığı marinanın iskelesine bitişik "cafe"ler, "bistro"lar paranın her şey olduğu bir anlayışın somutlaşmış mekanları olarak ruhumu yaraladı. 
Bu kadar modaya düşkün bir kalabalığın kirleri Göcek'in orta yerinden denize akan ve rengi boz-bulanık kanalda ayan beyan görülebiliyor.

Göcek'in ortasından akan kir kanalı

Ya Bodrum? Ömrümce sâdece bir defa o da 3 günlüğüne gittim Bodrum'a. Bir okul buluşması için. "Halikarnas Balıkçısı" mahlası ile tanınan Cevat Şakir Kabaağaçlı sâyesinde ünlenmiş, daha sonra da moda hâline gelmiş  orta hâlli bir Batı Anadolu(*) kasabası. Doğru dürüst bir altyapısı olmayan bu İlçenin kaldırımlarında, sokaklarında birkaç defa yürüyün ve notunuzu verin. 
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre bütün Muğlanın 2025 yılı nüfusu 794 bin 424 kişi. Bodrum'un nüfusu ise 203 bin kişi. Yaz gelince Bodrum'un "nüfusu" 2 milyon kişiye ulaşıyor; yâni 10 katına çıkıyor! Sıcak, nem gibi diğer olumsuzluklarının yanında birilerine dokunmadan sokakta yürüyemeyeceğiniz bir yer velhâsıl.
Bodrum'da dünyanın yedi hârikasından biri sayılan Mauseleon kalıntıları, mükemmel bir Sualtı Arkeoloji Müzesi, bir ortaçağ Kalesi ve Antik Tiyatro bulunmakta. Hani ömrümde bir defa gittim demiştim ya, sokaklar tıklım tıklım insan doluyken Mauseleon'u, Müzesi, Kalesi oldukça tenha idi. Eh yurdum insanının neye meraklı olduğu da böylece ortaya çıkıyor değil mi... Gerçi, zamanın cumhurbaşkanı ziyaret edecek diye antik topları metalik soba boyası ile boyatan bir müze müdürünün olduğu ülkede ahalinin bu meraksızlığını çok görmemek gerekiyor...
Bozulmuş deniz ürünleri kokusu ile kızartma yağı kokusunun biribirine karıştığı sokaklarında birilerine dokuna dokuna yürümek ancak insanın mazoist yönü ile açıklanabilecek bir pathos hâli gibi geliyor bana.
***
Yıllardan beri düşünürüm. Kültür gezisi kapsamında buralara gitmeyi göze almayı ayrı tutarak, bu kadar olumsuzluklara rağmen insanlar neden buralara tâtile gider, ne anlarlar bundan diye.   Modadan anlamayan bir câhil olarak mantıklı bir cevâbını bulamadım. Bulabildiğim tek cevap moda! Evet moda... Bu öylesine bir kandırmaca ki, pantolon paçasından çorabın görünmesi "banal" karşılanırken birkaç yıl sonra pantolonlar düdük gibi, bırakın çorabı ayakların görünmesi "elegan" oluyor. Ceket ve gömlek yakaları, pantolon paçaları, renkler yıldan yıla nasıl da değişiyor... İnsanlar çirkin buldukları şeylere birkaç yıl sonra nasıl da dört elle sarılıyorlar! İşte bu insanları kör ve sağır eden şey moda. Evet, maksat tâtil yapmak değil, "Bordum'a gitmek". Zira moda olan o. Zaman zaman Bodrum'a Çeşme, Alaçatı, Assos gibi yerler ekleniyor... O kadar.
Lütfen Göcek'e, Bodrum'a, Çeşme'ye, Alaçatı'ya ve buna benzer moda yerlere bir de bu gözle bakın ve kendini iç sesinizi dinleyin. Ben ne anladım buradan diye.

---
Meraklısına not:
(*) Şimdilerde "Ege Denizi" olarak bilinen denizin gerçek adı "Adalar Denizi"dir. Nitekim Lozan Barış Antlaşmasında Adalar Denizi olarak belirtilmiştir. "Ege"  isimlendirmesi Yunan'a aittir. (Yunanlar AEGEA diyorlar, bâzılarının arabasına model ismi olarak koyduğu gibi) Dolayısıyla Türk'ün vatanında  EGE BÖLGESİ diye bir bölge olmamaz. Bu yüzden bölgeye BATI ANADOLU BÖLGESİ demeyi doğru buluyorum.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yenişehir Sağlık Koleji - Gençlik Hâtıralarımdan

Tekir (Akçatekir) Yaylası - Adana

Sîretler ve Sûretler - Türkiyeli Muhafazakâr