Kayıtlar

Kasım, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Çengelhan - Ankara

Resim
NOT: Bu Yazıda ve diğer yazılarımda geçen tâbir ve jargon için " Sanat Târihi ile İlgili Lügatçe " başlıklı yazıma bakabilirsiniz.      Anadolu'dan geçen ticaret yolları üzerinde, kervanların emniyetle konaklayabilmeleri ve ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için pek çok kervansaray inşa olunduğu gibi, şehirlerde de ticarî faaliyete yönelik şehiriçi hanları inşa olunmuştur. Ankara ve çevresinin dericilik, tahıl ve üzüm üretimi yanında, Ankara keçisi tiftiğinden “ sof” üretim merkezi olması sebebiyle Ankara’da da pek çok şehiriçi hanı bulunmaktaydı.      Şu an Altındağ Belediyesi binasının bulunduğu Samanpazarı’ndan kaleye doğru çıkan Koyunpazarı Sokak civarında Pirinç Han, Safran Han, Ağazâde Han, Bâlâ Hanı, Rençber Hanı, Çukurhan, Çengelhan, Yenihan, Kurşunlu Han, Mahmut Paşa Bedesteni gibi onlarca han bulunduğu için bu bölge “hanlar bölgesi” olarak, Koyunpazarı Sokağının üst ucunda yer alan meydan ise At Pazarı olarak bilinmektedir. Çengelhan, At P...

Türkçemiz

İlkokul yıllarında okuduğum Refik Halid Karay'ın "Eskici" isimli hikâyesini hiç unutmadım. Babası ve annesi öldüğü için İstanbul'dan Filistin'deki halasının yanına gönderilen beş yaşındaki Hasan'ın hikâyesidir bu. Yolculuğu boyunca Türkçe konuşanlar gittikçe azalır ve sonunda Türkçe konuşan hiç kimse kalmaz etrafında. Hasan köşeye büzüldü; bir şeyler soran olsa da susuyordu, yanakları pençe pençe, al al olarak susuyordu. Portakal bahçelerine dalmış, göğsünde bir katılık, gırtlağında lokmasını yutamamış gibi bir sert düğüm, daima susuyordu. Gönderildiği yerde, Arapça'yı anlamaya başlasa da altı ay hiç konuşmaz Hasan; taa ki bir gün eve çağırılan seyyar bir ayakkabı tamircisini seyrederken, nerede olduğunu unutarak tamirciye Türkçe olarak " Çiviler ağzına batmaz mı senin?" diye soruncaya kadar. Sonrasında şunlar olur: Eskici başını hayretle işinden kaldırdı. Uzun uzun Hasan'ın yüzüne baktı: "Türk çocuğu musun be?" ...

Hacıbenlioğlu Kebap - Isparta

Resim
Daha önce "Lokantalar ve yemekler" başlığı altında yemek konusundaki kendi fikirlerimi paylaşacağımı yazmıştım. Bir vesîle ile Isparta'ya gitmem gerekince, D.T.C.F. Sanat Tarihi Bölümü hocalarından Doç. Dr. Serkan Sunay'ın bir kaç yıl önceki tavsiyesi üzere, Oğuz Erkara'nın hazırladığı "100 Tarihi Lokanta" isimli kitapta, 1833 kuruluş yılıyla "Türkiyenin bilinen en eski lokantası" olarak belirtilen Hacıbenlioğlu Kebapçısına gitmeye karar verdim. Saat 15 gibi vardım lokantaya. İki katlı küçük bir binada Hacıbenlioğlu Kebapçısı. Meşhur kebabından sipariş ettim. Yukarıda belirttiğim Kitapta, "kebabın yanında mutlaka üzüm hoşafı veriliyor" denidiği için içecek siparişimi soran garsona "kebabın yanında üzüm hoşafı vermiyor musunuz?" diye sorunca, "Hayır, istek üzerine veriyoruz; zira bâzı müşteriler 'ben istemedim ki neden getirdiniz' diyorlar" dedi. Yaklaşık 5 dakika sonra kalaylı bir lenger içinde altta ...

Sonbahar

Resim
Bâzı şeyleri neden daha çok severiz? Bu soruya bulduğum cevap "daha çok sevdiklerimizin çocukluğumuza ait renkler, tadlar veya kokular taşımasından" oldu... Zira -pek çoğumuz için- çocukluk, neredeyse hiçbir derdimizin olmadığı mutluluk çağımızdır; benim için öyleydi. Sonbahar da böyle değil midir? Hadi çocukluğunuza ait sonbaharları düşünün. Yeşilden sarıya, sarıdan turuncuya, turuncudan kızıla, kızıldan kahverengiye doğru uçuşan renkleri, dökülen yaprakların havada uçuşmasını, olgunlaşmış meyvelerin imrendiren renklerini, baş döndüren kokularını..  Kendi çocukluğumun sonbaharlarını düşünüyorum da... Yemyeşil yaprakların usulcacık sarıya kaçışlarını.. Her sabah bahçemizin renginin farklılaşmasını.. Sarının kızıla tahvilini.. Yaprakların  dallarını terkedişlerini, havada uçuşmalarını, toprağa sarı-turuncu bir yorgan serişlerini.. Annemin, dökülen yaprakları süpürerek meydana getirdiği gazel yığınının üzerine kendimi bırakınca yumuşacık yapraklara gömülüş...