Kayıtlar

Zaman Yitiğin Olsun

  Ey Yageder! ruhumda mı yoksa beynimde mi veyahutta kalbimde mi olduğunu bilemediğim fabrika artıklarını gelişmiş ülkelerin disposible çöplerini ve geri kalmış ülkelerin sömürge acılarını pis ve rutubetli ve karanlık ve daracık bir hücreye kapatılmış bir klostrofobiğin korkularını ve içi petrol ve sidik ve sigara zifiri kokan altmış model bir uzunyol otobüsünün verdiği bulantıyı andıran bir garip duygunun pençesinden alıpta beni uzak iklimlerin pembe sislerine      ve mâvi huzuruna morfin almış kanserlinin rahatına ve kötü bir kâbustan uyanan çocuğun      terli korkusuzluğuna götüren huzur kaynağım! Ey alâim-i semâ! sakla gittikçe hızlanan şu saati heybene kurtar huzuru zamanın bukağısından zaman yitiğin olsun. Azad et beni korkularımdan Sodom ve Gomore donanma şenliği kalsın leyl-i zulmünde zâlimin Ey sevgili! Salat-ı tefriciyen olsun bu zulme lânetin...

Tanzimat Kafası - Yabancı Lisana Dâir

 "Galatasaray mezunu" bir yazar, "lumpenproletarya" tesmiye ederek kendince tahfif ettiği bir kesimden bahseden bir yazısında (1) "Fransızca konuşmaya başlayın demedik de..." diyerek, Fransızca konuşmanın ona göre bir üstünlük vesilesi olduğunu ifâde ediyordu. E malûm "Galatasaray'da" fen eğitim lisanı da Fransızca değil miydi? Tanzimatla bünyemize kalıcı olarak yerleşen Fransızca virüsünün neler yaptığının en çarpıcı örneği, Reşat Nuri GÜNTEKİN'in Çalıkuşu adlı romanındaki "maarif müdürü"nde hayat bulur; bir köy okulunu gezen ve Fransızca kelîmeler döktüren maarif müdürünün okul binası için "ahır" demesinde! Peki Fransızca konuşmak, konuşanı üstün vasıflı yapan bir hususiyet midir? Eğer böyleyse anadilleri Fransızca olanların "ideal insanlar" olmaları, "Frankafon"luğun, dünyayı daha iyi, daha güzel bir yere getirmesi gerekmez miydi? Dünya gerçeklerine baktığımızda bunun böyle olmadığını görüyoruz. ...

Anlamayın Beni

 Sizlerden beni anlamanızı beklemiyorum! "Sizler"den kasdım, hepsi biribirine benzeyen alelâde insanlar... "Sizler"den kasdım,  münevver olmayı değil aydın görülmeyi tercih edenler... "Sizler"den kasdım, cilâlı imaj devrinin prototipleri... "Sizler"den kasdım, birkaç yüz kelîmeyle konuşmaya çalışanlar... "Sizler"den kasdım, tahammülün yerine hoşgörüyü ikâme etmeye çalışanlar... "Sizler"den kasdım, şiirden ve müzikden hazzetmeyenler... "Sizler"den kasdım, susmayı olgunluk sayanlar... "Sizler"den kasdım, molla demeleri için ağır olanlar... "Sizler"den kasdım,  status quo 'nun yılmaz bekçileri... "Sizler"den kasdım, bırakın evinde kütüphânesi olmayı kitaba para vermeyi israf sayanlar... "Sizler"den kasdım, kendisini yerleştirdiği yere göre fikrî şablona sâhip olanlar... "Sizler"den kasdım, "Güneşi ceketinin astarı içinde kaybedenler"... (1) "Sizler...

ADOY'dan İzlenimler - 2) ADOY Gezegeni nasıl bir yer

  Adoy gezegeninden en genel bilgiler " Adoy gezegenine nasıl gittim " serlevhalı yazımdan sonra ilginç mesajlar aldım.  Bâzı okuyucular, "astral seyahat" konusuna inanmakta güçlük çektiklerini belirtirken bâzı okuyucular da Adoy gezegeninin nasıl bir yer olduğunu anlatmamı istiyorlar. "Astral seyahat" konusu, ancak bu alanda yapılacak ileri mental ve psişik tecrübelerle anlaşılabilecek ve "kâl"den ziyâde "hâl"e dâir  bir konu olduğundan, kelîmelerle ifade edilmesi oldukça zor. İleride bu konuda birkaç kelâm edeceğim. Şimdi, bugüne kadar kadar yaptığım astral seyahatlerde Adoy gezegeni hakkında öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Dünyadan birazcık küçük bir gezegen Adoy. Çapı 10 bin kilometre. Dünya yön sistemine göre düşünürsek, kuzey ve güney yarıkürelerinde birer büyük kıta var. Kuzeydeki kıtanın adı  Sözenob , güneydekinin adı ise  Söfakob . Bu iki kıtanın ortasında ise Ateş Denizi bulunuyor. Bu kıtalarda, idare sistemi fa...

Yaşarken Görebilecekleriniz

 Gördüklerinizin gerçek olmadığını, Gözden ırak olanların bambaşka kişilere tahvil olduğunu, Büyük ve ağır lafların aksine unutulmanın pek kolay olduğunu, Sözlerin unutulmak üzere verilmiş olduğunu, Kutsalların en kârlı ticâret metaı olabileceğini, Çıkarın sevgi cilâsı ile mücellâ olduğunu, Cilâlı imaj devrinden cilâlı yalan devrine geçildiğini, Aşk denilen şeyin giffen mal olduğunu, Aşk literatürünün üstâd-ı âzamının Goebbels olduğunu, Derekesini saklamak isteyenlerce derecenizin üstünün örtüldüğünü, Âkil libası giyenlerin kafasını kuma sokan devekuşunu göremediklerini, Bâzılarının ancak cücelerle yanyana iken mutlu olabildiklerini, Vefânın gerçekten de İstanbul'da bir semt ismi olduğunu, Maddenin her dâim geçer akçe olduğunu, Gözyaşının her derde devâ bir setre olduğunu, Hedonun yeni bir ilâh olarak serpildiğini, Kandırılmanın da bir sonu olabileceğini, Son sözün günü gelince söyleneceğini.

Kat-ı Zeban

 Hadi, çocukluğunun bakkal dükkanında farzet kendini. Nemli bisküvi kokusunu hisset.  Sonra kopya kalemiyle semaya çizilmiş devâsa resimler girsin rüyana.  Akşam üstü oyunlarını terketmenin zorluğu sarsın içini. Bir yanda seni tatlı bir ökse gibi çeken oyun diğer yanda seni gerçeğe çağıran ses. Oyun arkadaşlarının kurnazlıkları, çocukça hesapları, benmerkezci hasetleri...  Ve sen kendini anlatamayan çocuk. Yok, hayır.. çocukluğunun bakkal dükkanlarından çık ve seni evinden uzak bir gurbete götüren o şehirlerarası otobüsün mazot kokulu iklimine sığın. Yok artık o bakkal dükkanları. Sararmaya yüz tutmuş başakların arasında çocukluğa baş kaldıran koşuşturmalar da. O başakların boy verdiği tarlalar otların istilâsına uğramış, o tarlaların olduğu köy ışığı sönen bir lamba gibi şimdi. Sonra ikindi vaktinin sersemletici ikliminde gezilen havuz başları da. Mâviden yeşile kayan ummanlar da. Şimdi ikindiler siyah-beyaz işlere hasredilmiş hâlde ve ummanların hayâli dahi fersah ...

Sîretler ve Sûretler - Mut Emici

 Hani bir çocuk filminde "ruh emici"ler vardı. Kendi ruhları olmadığı için yakaladığı insanların ruhunu emiyorlardı. İşte mut emiciler de başkalarının mutluluğunu emerek mutsuzluklarını gidermeye çalışırlar; zira kendilerinde mutlu olabilecekleri hiç birşeyleri yoktur. Mut emici, mutlu insan görmeye dayanamaz; zira kendisi hiç mutlu olmamıştır. Bunun için çeşitli yollarla mutlu insanların mutluluklarını yıkmaya, yok etmeye çalışır. Mutlu insanların sâhip olduklarını küçümser, kulp takmaya çalışır, kötüler, gerekirse iftira atmakdan dahi çekinmez. Yeter ki mutlu olan mutluluğunu kaybetsin. Asla sâhip olamadığı mutluluğun yokluğu ruhunu zifiri karartmış, yüreğini garez gömüğünün bataklığı hâline getirmiş velhâsıl iç dünyası çirkinliğin zifti ile kaplamıştır. Dahası sîretinin çirkinliği sûretine de vurmuştur. Bu sebeple sûreten güzel olanlara dayanamaz. Mut emici çirkindir.  Sûreten güzel olmadığından kendisini soyut niteliklerle vasıflandırarak egosunu tatmin etmeye çalışır. Bu...

ADOY'dan İzlenimler - 1) ADOY Gezegeni'ne nasıl gittim

 Şimdi hayatta olmayan bir arkadaşım seneler önce "astral seyahat" diye birşeyden bahsetmişti. Arkadaşım, kendisini tâbi tuttuğu belli bir eğitimle bu kâbiliyeti kazandığını, artık istediği zaman bir nevi trans hâline geçerek astral seyahate çıkabildiğini, böylece istediği yere gidebildiğini söylemişti. Başta oldukça tuhaf hatta saçma gelen bu fikir, zihnimin geri plânını hep meşgul etti. Okumaya araştırmaya başladım. Bu arada, ilginç bir kitap okudum. 1949 Almanya doğumlu Michaela isimli bir genç kız, babasının işi gereği geldiği Türkiye'de bir Türk'e âşık olup evlenir ve müslüman olur. İsmi de  Michaela Mihriban Özelsel olur. Daha sonra, özel hayatındaki hâdiselerden kaynaklı bâzı hissî sıkıntıları sebebiyle halvete girmeye karar verir, çeşitli teşebbüslerden sonra buna muvaffak da olur. İstanbul'da bir evde yaşadığı 40 günlük "hâlveti"nden yola çıkarak kaleme aldığı " Halvette 40 gün - Psikolog Dervişenin Halvet Günlüğü ve Bilimsel Çözümlemesi ...

İstanbul hâlâ Dersaadet mi?

Resim
Dün akşam "yayla çalınan tanburla" (*) icra edilen müzik dinlemek istedim. Âdet olduğu üzere, bir video paylaşma sisteminde arama yaptığımda karşıma 19.04.2016 tarihli " Sadun Aksüt | Bir Üstad Bir Saz: Yaylı Tanbur " adlı bir yayın çıktı. Üstad Sâdun Aksüt'ün anlattıklarını dinlemeye başladım. Üstad, felâket derekesindeki trafiği sebebiyle artık İstanbul'da araba kullanamadığını söyledikten sonra, İstanbul'a dâir bir şiirini okudu. 2004'te yazılmış şiirinde Aksüt şöyle diyordu: Bu şehir Artık benim bildiğim İstanbul değil. Ne Kalamış'dan huzur alınır Ne Marmara'nın koynuna girilir Geçmişdeki hoş geceler Körfez'deki dalgın sularda kaldı Baksak da göremeyiz Sahilleri kirlilik aldı. Bunu dinlerken aklıma Necip Fâzıl Kısakürek'in "Canım İstanbul" şiiri geldi. Sultan'üş şuara  (**) "Canım İstanbul" şiirinde, Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. dedikten sonra Ana gibi yar...

Sîretler ve Sûretler - "Kaave" Bıçkını

  Bu tip, "kahvehâne" veya -genel kullanım olarak kısaltılmış şekliyle- "kahve" demek yerine çoğunlukla böyle telaffuz eder bu kelîmeyi; başka hususlarda yaptığı yanlışlar gibi. Bir sahne canlandırın hayalinizde: Bir kahvehânede pişbirik oynayan dört kişi. İskambil kağıtları dağıtılır, masadakilerden birisi elindeki dört kağıttan birisin ayırarak masanın üstüne kapalı olarak bırakır. Bunu yaparken de "Aha bunu ayırıyorum" der çok bilmiş bir edâ ve sîretine yapışık bir kibir ile. Eğer o elde  ezkazâ o kağıdın değer olarak aynısı atılır ise yere, yere kağıt ayıran kişi, -kağıdı masaya vururken çok ses çıksın diye- orta parmağını hafifçe sivrilterek vurduğu yumruk eşliğinde ayırdığı kağıdı  "Ben demiştim " diyerek atar. Bunu yaparken, kendince büyük bir is yapmış olmanın, ne kadar usta olduğunun, ne kadar bilge olduğunun işareti yüzüne yayılan müstekreh bir sırıtmada kendini ele verir. Peki ya ayırdığı kağıdın eş değeri atılmaz ise o elde? Bizim bıç...

Sîretler ve Sûretler

Beşir AYVAZOĞLU'nun bir kitabının adı "Sîretler ve Sûretler". Kitapta muhtelif şahıslar anlatılmış; sâdece sûretiyle değil sîretiyle. Kubbealtı Lugatinde , sîret  ( ﺳﻴﺮﺕ ) için  " Bir kimsenin ahlâkı, seciyesi, karakteri, dışa akseden davranışı. Karşıtı: SÛRET "  açıklaması; sûret için ( ﺻﻮﺭﺕ ) " Gözün ilk bakışta gördüğü şey, dış görünüş, şekil, biçim .", " Yüz, çehre, surat. " ve  " Bir varlığın dıştan görünen, beş duyu ile bilinen yönü. " açıklaması yapılıyor. Her insan sûretiyle ve sîretiyle ayrı birer dünya olsa da, İbn-i Haldun'un Mukaddime'sinde belirtdiği üzere insanın yaşadığı yerin insan davranışları üzerinde etkileri olduğu da bir gerçektir. Ayrıca, taklid edici özelliği de dikkate alınınca insanları belirli sîret kalıplarında ele almak mümkün hâle gelir.  İnsanlar, bir yandan hayatlarını idâme ettirmek için çabalarken bir yandan da diğer insanları -az ya da çok- gözler, belli çıkarımlar yapar ve hatta belli insan...

Hacı Şükrü - Konya

Resim
Dil ve Târih-Coğrafya Fakültesi Sanat Târihi bölümün bir hocası anlatmıştı: Alanya Kalesi kazısı için üç hoca Alanya'ya giderken, Konya'da Hacı Şükrü lokantasına uğrarlar. Anlatan hoca, 100 gram kebap istediğini söyler, diğer iki hocanın itirazı ile 150 grama çıkarır siparişini. Diğer iki hocanın birisinin 900 gram, diğerinin ise 1.100 gram kebap yediğini söyleyince hoca, "demek ki sanat târihçisi olmanın şartı iyi ve çok et yemekmiş" demiştim. 1855-1949 yılları arasında Konya'da yaşayan ve lokantaya ismini veren Hacı Şükrü Çeşmeci 1907 yılında Konya'da küçük bir binada fırın kebabı ve poğaçası ile hizmet vermeye başlamış. Hacı Şükrü  1949 yılında vefat edince hem damadı hem de yeğeni Hacı Ali Şengönül dükkanın başına geçerek işletmeyi devralmış. Hacı Ali Şengönül 53 yıl bu mesleği sürdürmüş.  Şu an 4. kuşak Şengönülller işi sürdürüyorlar. Evet, iyi et iyi kebap yenilen bir yerdir Hacı Şükrü lokantası.  Tandır kebap diyenler varsa da, etlerin uzun süre fırınd...

Sâdece aşk ve ölüm değiştirebilir herşeyi...

 Sâdece aşk ve ölüm değiştirebilir herşeyi. Böyle demiş Halil Cibran. Ne kadar da doğru. Çok tâze bir yaprak dökümü vesîlesiyle bu sözün doğruluğu bir defa daha tebeyyün etti. Otuzbeş yaşı "yolun yarısı" olarak belirtip kırkaltı yaşında terk-i diyar eden şâirin dediği gibi; Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Hayatının ortalarında tanımıştım onu. Aynı Bakanlıkta çalışıyorduk. Ortak bir zevkimizin olduğu söylenince tanışmıştık. Bu tanışıklığımız hep sürdü. İlâhiyat fakültesinden terk idi. Arapça ve Farsça öğrenmenin zorluğundan bıraktığını söylerdi mektebi; bir yandan da Arapça öğrenmeye çalışarak. Bâzı Arapça kelîmelerin etimolojisinden, sözlük mânâlarından bahsetse de hiç öğrenemedi Arapça'yı. Dine karşı alâkası nev-i şahsına münhasır idi. İslâma ne bir oryantalist gibi, ne de alelâde bir müslüman gibi bakardı; İslâm konusunda verilen hükümlere skeptik bir yaklaşımı vardı. Hep bir kitap yazmak istedi. Yazamadı. Hiç para-pul derdinde ve pe...

Vazgeçmeye senfoni

Yak artık gemilerini. Bırak herşey burada kalsın, şu zamanda. Geçmiş zamanları ve o zamanların hüküm sürdüğü mekânları özleme. Bütün sonralar kahrolsun, yalnız şu an önemli de ya da carpe diem . Çöz artık gönül kuşunu. Bırak gitsin... Olmadı işte, olamadı. Şâir " Sende, ben, imkansızlığı seviyorum " demiş ya, sen de böyle söyle ve bunu tembihle kalbine. Hayır, imkânsızlığı da sevme, olurları çağır uzaklardan. Hep öğüt verirler ya, dinle onları. Tutması zor olsa da dinle. Sonra gönül sürgününü bitir ve sıradanlığın hüküm sürdüğü zamanlara gel amma zinhar giyme o libası. Dönüp bakma ardına. Kırılsın, dökülsün, yansın, bitsin. Unut olmazları. Parmak uçlarındaki ağrının ilacı olmadı mı yıllar! Zaman silmedi mi ruhundaki izleri! Şimdi kendi taburcu raporunu yaz yıllardır beklemekten gevremiş o saman kağıda... Amma çocuk, gönlündeki çıbandan kork yalnızca ve onu kor demirle dağla ki şirpençe olmasın. Sükuttan başka dostunun olmadığı beyan olunduğunda kalbine " Şîrler pençe-i k...

Opus 1/C

 Pembe, eflâtun ve mor renkli sislerle yer yer silinmiş Dersaadet hayâlleri üşüştü gecenin bir vakti içime. Ve birden nîce âhu gözlü güzellerin nazârına mazhar olmuş ıhlamurların kokusunu hissettim sanki... Hepsinin ortasında nâzenin bir el ve hezar-his ve âteşin gözler vardı; yine içimi ısıtan... Sonra söylenmemiş ve belki de hiç söylenemeyecek sözler döküldü bir avuç kor gibi rûhuma. Sustum ve sustu, yıllar evvel olduğu gibi. Kafamdaki isfithamlar bir derece daha ziyade oldu. Sezai Karakoç'un dediği gibi "ya ben bulutları anlamıyorum ya bulutlar benden bir şey bekler"... Belki de fazlaca korkağım ya da fazlaca cesur.. Belki de fazlaca şüpheciyim ya da fazlaca vurdumduymaz... Belki de yanılmaların batağındayım ya da fazlaca anlamaz... Kafamda binbir soru... Yıllar yıllar önce yazdığım bir şiirimde demişdim ki "Menâif-i âmme için bana kat-ı zeban gerekdir." Susmalı mıyım ya da daha çok mu konuşmalıyım... Ben kimim, neredeyim, nereye varmak istiyorum... Yeni şii...