Opus 64
Birinci hâne - İtirafnâme
Bilinsin ki uzakları göremediğim yalanının fâili benim.
Uzakların umutsuzluğu sevketti beni bu riyaya.
Tütüne sevdalanmam da benzer bir sebebe müstenid hekimbaşı;
kalbimdeki o küçük umudun gölgelenmesi ruh kimyamı kânun tanımaz bir eşkiyaya çevirdi.
Ve içimdeki o ses 'eşkıyalar tütün içer' deyu fermân eyledi.
Sonra 'Hippodamos esaslı yollar istemezuk' fermânı da tamim olundu fakire. Her ân yeni ihtimallere gebe ve üç adım ötesi tahmin edilemez yollar umudun tohumu oldu böylece.
İkinci hâne - Ontoloji
Hicazla sarmalanmış "Aşk hastasıyım bakma benim nabzıma doktor" sözlerini duyunca birden bîtab oluşu geldi aklına.
Ve düşüncelerin karanlık ummânına daldı ve vâroluşun sebeb-i aslîsinin sırrına erdi. Ummânın zifirî siyahı penbeye döndü birden.
Sonra "Âfet mi saâdet midir aşk, rûhuma bir sor" lafzı bir mıh gibi çakıldı beynine ve penbeler ışığını ve rengini kaybetmeye başladı.
Nihâyet anladı ki vâroluşun sebeb-i aslîsi ile yokoluşun sebeb-i yegânesi aynı babanın çocukları imişler.
Üçüncü hâne - Rûy-ı zemin
Gelse artık... Yollar kısalsa, zaman aksa ve o gelince dursa yeniden...
Tüm bilinmezler bala bulansa ve yalnızın panzehiri olarak içimin arastasına demir atsa...
Gönül köşkümün başodasına kurulsa ve hiç konuşmadan baksa; âcizi eritene kadar,
Rûy-ı zemîn deseler bana...
Şart kipini hikâye zamanına tahvil etse...
Geldi diyemese de lâl olan dilim, gönül kuşum fısıldasa her zerreme "geldi" muştusunu...
Ve "gel" dese bana hiç konuşmadan; gel...
Gitsem...
Varsam...
Yok olsam...
Teslim - Son meydan muharebesi
O'nun ağyara hasrettiği her zaman parçası haset örümceğinin ağına yeni bir halka oluyor ve Hayola'nın içindeki düğüm gittikçe büyüyor. Zaman geliyor, bu düğümün zehri bedenini ve ruhunu kaplıyor ve uzak karanlıklardan belli belirsiz bir mırıltı gibi başlayan unut sesi varlığını zaptediyor. Unutmaya ahdediyor Hayola.
Sonra,
Varlığını kızgın bir tamga gibi ruha basan o âteşin gözleri...
Tereddütle karışık mâsumiyeti...
Cismi delip geçen sesi...
"O" oluşu velhâsıl.
Hayola'nın unut diyen beynine karşı en hunhar hücumu yapıyor; içinde damla damla birikmiş öfke surlarını yerle bir ediyor. Cenk meydanından yine râm olmuş olarak çıkıyor.
Öfkenin toprak olduğu "içi"nde omuzları düşük, başı eğik sendeliyor.
Birkaç adım daha...
Ve önce dizlerinin üzerine çöküyor, sonra yüzükoyun kapaklanıyor öfke toprağına.
Vazgeçiyor yaşamaktan.
Bitiyor.