24 Nisan 2024 Çarşamba

Tarihi Sultan Sofrası - Mardin

 Mardin Kalesi'nin eteklerinde kurulmuş eski Mardin'de 1 Numaralı Cadde üzerinde kasaplar çarşısının girişinde yer alan bir esnaf lokantası Tarihi Sultan Sofrası.


Uzun yıllar kasaplık yapmış Hacı Murat BUMANHAN tarafından  Mardin mimarisine uygun bir binada 2003 yılında açılmış bu lokanta.

Mardin'e -ve bölgeye- ait mahallî yemekler yanında etli tencere yemekleri de sunuluyor müşterilere. İlk gidişimde, aynı anda birden çok yemeği tatmaya imkân verdiği için "Mardin Tabağı" adlı karışık yemek tabağını istedim.

Mardin Tabağı

Tabakta bulunan yiyeceklere gelince:

İlk sırada kaburga dolması var. Küçükbaş hayvanların kaburga kısmının baharatla çeşnilendirilmiş pirinçle doldurulup önce buharda sonra da fırında pişirilmesiyle yapılan Mardin - Diyarbakır arasında bilinen lezzetli bir yiyecek.

Kaburga dolması

Etli ekmek, kıyma ve baharatlar karıştırılan hamurdan yapılan yarım parmak kalınlığında pişirilen bir pide.

Etli ekmek

Mardin tepsi güvecinde sebze olarak sâdece patlıcan, domates, biber ve elbette sarımsak bulunuyor ve yemek bir  tepside fırında pişiriliyor.
Mardin tepsi güveci

Mardin kebabı, kuyruk yağı ve kıymadan ve içine ilave edilen baharatdan oluşan harcın bir şişte ateş üzerinde pişirilmesiyle yapılıyor.

Mardin kebabı

Sembusek'e gelince; kapalı bir cins lahmacun olan sembusek Mardin'e özgü lezzetli bir yieyecek.

Sembusek

Bölgede ırok denilen Mardin içli köftesi.

İçli köfte (ırok)
Çeşitli mahallî lezzetleri aynı anda tadabilmek için Mardin tabağını tavsiye ederim. Tabakta yeralan yiyecekleri tattıktan sonra damak tadınıza en uygun olanı tam porsiyon olarak sipariş edebilirsiniz.

Lokantanın sahibi Hacı Murat'la hoş bir sohbetimiz oldu. Bir lokantaya gittiğimde işletmeciye "siz olsanız ne yersiniz" diye muhakkak sorarım. Aynı soruyu Hacı Murat'a da sordum. Cevâbı "herşeyi severek yerim ama kuzu haşlama gelirse de severek yerim" olunca yeni hedef olarak kuzu haşlamasını seçip bir gün sonra tekrar gittim.
Kuzu etinden yapılan bu haşlamaya 10 üzerinden 11 puan verdim desem abartı olmaz. Yemeğin tek olumsuz(!) yanı o çok lezzetli suyu! Öyle lezzetli ki o suya ne kadar pide bandırıp yediğimi suçluluk duygusuyla itiraf ediyorum.
Kuzu haşlama
Bu arada belirmek gerek ki bu lezzetli yemeklerin fiyatları oldukça uygun. Benim gibi ambiyans değil lezzet önemliyse, yolunuz Mardin'e düştüğünde muhakkak gidin; benden de selam söyleyerek.


Mardin

Benim de mezunları arasında bulunduğum Yenişehir Sağlık Koleji(*) mezunlarından bir kısmının katıldığı birkaç günlük bir gezi vesilesi ile Mardin'de idim. 

 Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yeralan Mardin tarihi çok eskilere kadar giden çok-kültürlü ve çok dinli bir şehir.

Mardin ve civarı, -bütün sıcak iklimli ve verimli topraklara sâhip yerlerde olduğu gibi- paleolotik, neolitik ve kalkolitik dönemlerden kalıntılara sahiptir. Mardin ve civarı, historik zamanlarda önce Asur, Hitit ve Urartu egemenliğine geçmiştir. M.S. 7. yüzyılda müslüman Arapların eline geçmiş, Emevî ve Abbasî dönemlerinde El-Cezire vilâyetinin bir parçası olmuştur. 1085 yılında Selçuklu, 1103 yılında Türkmen Artuklu beyliği egemenliğine girer Mardin. Artuklular son dönemlerinde Eyyubî ve Anadolu Selçuklularına tâbi olmuşlar, bilahare Moğol İlhanlı devletinin eline geçen Mardin 14. yüzyılın sonlarında Timur ordularınca ele geçirilmiş, 15. yüyzyıl başlarında ise Artukluların son bulmasıyla Karakoyunlu devletinin eline geçen şehir bu yüzyılın ortalarında bu defa Akkoyunluların hâkimiyetine girmiş, nihayet 1517 yılında Osmanlı İmparatorluğununa dâhil olmuştur.

Kale eteklerinde Mardin (Mardin Büyükşehir Belediyesi sayfasından)

Şehir, zirvesinde Mardin Kalesi'nin bulunduğu Mazı Dağının güney eteklerinde kurulmuştur. Dağ eteğinin tabii eğiminden dolayı evler biribirinin önünü kapatmaz ve böylece havadar evlerde yaşamak mümkün olur. Bu evlerin arasında daracık sokaklar vardır. Dağ eteğine paralel sokaklar kemerli, yerine göre tonuzlu geçitlerle devam ederken, dağ eteğine dikine sokaklar merdivenlidir.
Dağ eteğinde kurulan şehir eski Mardin olup, yeni yerleşimler daha aşağıdaki düzlüklerdedir.

   
   Dar sokaklar

  
Tonozlu ve kemerli sokaklar

Evlerin yapımında, civardaki taş ocaklarından çıkarılan ve rengi saman sarısından kızıl kahverengiye kadar değişen tonlarda taş kullanılmıştır. Taşlar, alt katlarda ve sokaklarda kaba yonu taşı, üst katlarda kesme taş olarak kullanılmıştır. Genellikle iki katlı ve avlu içerisindeki bu evlerin alt katlarında zaman zaman tonozlu bir sokak geçidi görmek mümkündür. Evin ana girişi kapısını süslü ve taçkapı şeklinde biçimlendirilmiş olarak görmek de mümkündür.
Süslü bir ana giriş kapısı


Pencereler, birer sağır kemerle çerçevelenmiş, altta büyük ve üstte oldukça küçük iki  adet açıklıklı, dikine dikdörtgen şeklindedir. 
Gerek pencere gerekse kapı çerçevelerinde umumiyetle sivri kemer, pencere kenarlarında ise beşik  kemer, kaş kemer ve üst parçası kaş kemer olmak üzere üç parçalı kemer formları tercih edilmiştir.



Üç katlı evlerde, zaman zaman orta katın adeta bir eyvanmışçasına düzenlendiğini görmek de mümkündür.
Evlerin ikinci katındaki oda sayısı giriş katına göre daha az tutulmuş, kalan boşluk, sıcak iklimde acık havada  oturmak üzere  bir teras olarak düzenlenmiştir. Bu terasların kenarları engin bir duvar veya taş sütunce ve parmaklıklarla çevrelenmiş, zaman zaman da konsollu çıkmalarla zenginleştirilip genişletilmiştir.

Dam üstü konsollu teras

İnanç-Kültür
Mardin'de müslümanlar ve hırıstiyanlar birarada yaşamaktadır.
Müslümanlara ait başta minaresi ve dilimli kubbesiyle Mardin'in simgesi hâline gelmiş Ulu Cami 1176 yılında Artuklu hükümdarı Kutbettin İlgazi zamanında inşa edilmiş. Kayıtlara göre iki minareli olan bu camiin şu an ayakta olan süslü minaresi 19. yüzyılda yapılmıştır.
Latifiye Camii 1317'de Artuklu hükümdarı Abdüllatif bin Abdullah tarafından, Melik Mahmut Camii 1312-1317 yılları arasında Artuklu hükümdarı Melik Salih Tarafından yaptırılmış olup, Pamuk Camiinin 11. yüzyılda, Reyhaniye ve Azap Camiinin Camii 16. yüzyılda, Halife Camiinin 18. yüzyılda yapıldığı belirtilmektedir.
Ayrıca, 13. yüzyıl başlarında Artuklu hükümdarı Melik Nasreddin Artuk Aslan tarafından yaptırıldığı düşünülen Şehidiye Külliyesi'nde de bir cami bulunmaktadır.
Mesken Mahallesi'nde bulunan Eminüddin Külliyesi, Anadolunun ilk külliyelerinden olup, cami, medrese, çeşme, hamam ve şifahaneden oluşan bir Artuklu eseridir.
Mardin medreseler bakımından da zengindir. Gerçekten şehirde bulunan medreseler şunlardır:
Kasımıye Medresesi (Artuklu), Zinciriye Medresesi (Artuklu), Şah Sultan Hatun Medresesi (Akkoyunlu), Melik Mansur Medresesi (Artuklu), Altunboğa Medresesi, Cihangir Bey Zaviyesi (Akkoyunlu), Hatuniye Medresesi (Sitti Radviyye Medresesi) (Artuklu).    
Mardin Ulu Cami

Şehidiye Külliyesi
Artuklulardan beri taş kubbelerde dıştan dilimli bir biçim yerleşmiştir. Dilimli kubbeler hâricinde taş işçiliğindeki motifler, kimi dönem ve anlayışların heterojen bir bileşimi olarak görünmektedir. Bunda Selçuklu,  Artuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve hatta İlhanlı geleneklerinin etkili olduğu düşünülmektedir.
Hıristiyanlar hemen hemen tamamıyla Süryanilerden meydana gelmektedir.
Süryani ismi konusuna kısaca temas etmek gerekirse: Bu ismin kral Suros’a dayandığı, Asurluların ülkesi anlamındaki Grekçe Surya kelimesinden geldiği, hırıstiyanlığı kabûl eden Aramilerin pagan Aramilerden kendilerini ayırmak için kendilerine Süryoye dedikleri ve kelimenin buradan geldiği gibi görüşler bulunmaktadır.  Süryanilerin büyük çoğunluğu ortodoks olup, Roma katolik kilisesine bağlı olanlar "Keldani" olarak adlandırılmakta ve kiliselerine de "Keldani kilisesi" denilmektedir. Şehir merkezinde MS 4. ilâ 5. yüzyyıla tarihlenen Mar Hırmız Keldani kilisesi bulunmaktadır. Ortodoks Süryanilere ait büyük iki ibadethane ise MS 4. yüzyılda yapılmış olan Deyrulzaferan (Mor Hananyo) ve Mor Gabriel manastırları olup, Deyrulzaferan Manastırı Mardin’in 4 kilometre doğusunda, Mor Gabriel Manastırı ise Midyat ilçesinin 23 kilometre güneydoğusunda bulunmaktadır.

Mar Hırmız Keldani Kilisesi


Deyrulzaferan (Mor Hananyo) Manastırı)

Mor Gabriel Manastırı

Şehirde bir Ermeni Kilisesi bulunsa da Ermeni nüfusun bulunmadığı söylenmektedir.
(Belirtilen cami ve kiliselere ait ayrıntılı bilgi ve fotograflar başka yazılarda yer alacaktır.)

Tagaddi (**)
Mardin'de güneydoğu'ya has yemekler var. Kaburga dolması, bir tür kapalı lahmacun olan sembusek, ırok olarak adlandırılan içli köfte, yağlıca kıymadan yapılan ve şişte pişirilen Mardin kebabı, hamuruna kıyma eklenmiş etli ekmek ve fırında yapıaln Mardin tepsi güveci başlıca yemekler. Burada bahsolunan Mardin yemeklerine ait daha teferruatlı bilgiyi Tarihi Sultan Sofrası - Mardin başlıklı yazıda bulabilirsiniz.

Kibe denile işkembe dolması satılan lokantalar gördümse de, işkembe ve işkembeden yapılan yemekler ancak temizliği konusunda tam olarak emin olduğum yerlerde yiyebileceğim bir yemek olduğundan yemeyi düşünmedim.
Diğer taraftan  alluciye denilen erik yahnisi, firkiye denilen badem çağlası ile pişirilen et yemeği gibi  Mardin'e ait daha sofitsitke yemeklerin olduğu belirtilse de, kısa süreli gezimde rastlamak mümkün olmadı. 
Tatlı olarak harire denilen pekmez peltesini de denemedim.Zingil olarak kaynaklarda belirtilen tatlının izine rastlamam ise mümkün olmadı. Tatlı bahsinde Mardin'e özgü çivit mâvisi renkli bâdem şekerini de belirtmek gerekiyor. Badem şekerinin bu renginin sebebini sorduğumda lahor ağacı cevabını aldımsa da doğru bilginin lahor çividi olduğunu düşünüyorum.
Güneydoğuya ait mırra ve Süryani kahvesi içecek olarak muhakkak tadılması gereken lezzetlerdendir. Her iki kahve türü de kakule ile koku ve tad verilmiş çifte kavrulmuş kahve çekirdeklerinden yapılmaktadır.

Temizlik
Mardin'den bahsederken, şehrin temizliğine dâir bir iki kelam etmeden olmaz. Mardin'i ziyaret ettiğim 2024 yılı Nisan ayında geceden sokakta bırakılan çöplerin ancak ertesi sabah gün doğduktan çok sonra toplandığına şâhit oldum. Gece boyunca sokak hayvanları tarafından parçalanan çöpler temizlik açısından son derece nahoş bir durum sergiliyordu.
Sokaklarda çöpler

Eski Mardin'den muhtelif görünümler



Eski Mardin'de gece sokaklar








---
(*) Yenişehir Sağlık Koleji: 1946 yılında  Sağlık Komiserleri Mektebi olarak kurulmuş, 1961 yılında ismi Yenişehir Sağlık Koleji olarak değiştirilmiş, bütün Türkiye'den seçme sınavı ile öğrenci alan ve kız-erkek yatılı öğrenim veren Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir okul idi.
Seçme öğretmen kadrosu ile öğretim veren bu okulu Cumhurbaşkanının ziyaret etmişliği bile vardır.
Aşağıdaki fotograf bu ziyarete aittir.

(**) TAGADDİ konusunda Tagaddi başlıklı yazıma bakabilirsiniz.

14 Mart 2024 Perşembe

Bulanık Suda Avlananlar - Kuantum

 Zaman zaman belli kelîmeler, mefhumlar "moda" olur, her bir şeyin o'nlusu çıkar meydana. Kuantum gibi.

Kuantum (quantum) kelîmesi Latince'de "ne kadar" anlamına gelmektedir. Kelîme için TDK sözlüğünde "Belirli değer alabilen küçük miktar, nicelik." karşılığı verilmektedir.

Kuantum mekaniği veya kuantum fiziği ise atom altı parçacıkları (quark) inceleyen bir temel fizik dalıdır. Hâl böyle olmasına rağmen, pek çok alan, pek çok iş kuantumla ilişkilendirilmeye, böylece o işe/alana önem atfedilmeye, en uygun tâbiriyle bulanık suda kuantum balığı avlanmaya çalışıldığı görülmektedir. "Herşeye kuantum" konusuna ilgi duymam, asıl mesleği hemşirelik olan birisinin "yaşam koçluğuna" soyunması, işini sorunca da "kuantum yaşam koçuyum" demesi ile başladı. Daha sonra ünlü video paylaşım kanalında bir medyatik fizikçinin "quantum computing" konulu bir video paylaşımıyla karşılaşınca düşünmeye başladım, acaba bilgisayarın kuantumlusu, kuantum hesaplama yapanı nasıl olur, olabilir diye. Konunun yabancıları için eser miktarda ukalalık yapmak iktiza ederse,  malûm günümüzdeki bilgisayarlar ikilik sayı sistemine dayanan sayısal mantık devreleriyle oluşturulmuştur. İkilik sayı sisteminde sâdece 0 ve 1 vardır. "0 elektrik yok -veya oldukça düşük seviyede var-, 1 ise elektrik var" mantığı bilgisayarlara uygulanmıştır. Elektrik akımı ise esasında bir elektron akışı -veya iletimi- olduğundan esasen çalışma bir atom altı parçacık olan elektrona dayanmaktadır. Başladım düşünmeye "acaba elektrondan başka atom altı parçacıkları nasıl kullanacaklar" diye amma cehaletime verin, bir cevap bulamadım. Bunun üzerine vakti zamanında "herşeye kuantum" garabetiyle bende bu tecessüsü uyandıran allâmenin söylediği hususta birazcık arama yapmak isteği doğdu içimde. Ve de Google yengemizde "kuantum yaşam koçu" diye bir arama yapayım dedim, aman Allahım, neler çıktı karşıma neler! Karşıma ilk çıkan sayfaya girdim ve şu büyük bilimsel (!) ifâdeyi buldum:  "Kuantum koçlarına göre evren bir olasılıklar okyanusudur. Ve bu olasılıklar okyanusunun içinde dünya en güçlü olasılıklardan biridir."

Kuantum astrolojisi de varmış meğer! Bakın bir büyük astrolog ne diyor: "Astroloji bugüne kadar anlatılan kalıpları yıkarak, kollektiften gelen tüm geçmiş zamanlı bilgileri elbette referans alarak, fakat yepyeni bir göz ile "gözlemleyici"nin gücü ve etkisi ile bunları incelemesidir. İşte bu da Kuantum Astroloji'dir."

Mutfakta kuantum, kuantum tıp, kuantum düşünce... ilâahır...

Eğer işinize ne olduğunu açıklayamadığınız, anlamayanların da "kral çıplak" demekten korktukları için soramadığı bir "gizli güç" katmak isterseniz kuantum sizi bekliyor! Kuantum lahmacun, kuantum sevgili, kuantum eğitim sistemi, kuantum moda... Dilediğiniz her işe, her alana kuantum etiketini yapıştırabilirsiniz. Nasıl olsa sorup sorgulayan yok. 

"Herşeye kuantum" deryasında boğulmak üzere iken aklıma seneler önce mekteb-i hukukta okurken bir hocamız söylediği şu okkalı söz geldi: "Saçmalama hakkı herkese aittir.

Doğru söze ne denir...

9 Mart 2024 Cumartesi

Sîretler ve Sûretler - Gri Türkiyeli

Nisbeten zengin, seküler, şehirli ve de "modern" insanlarımız için "beyaz Türk" deniliyor ya, beyazı-zencisi ile hernekadar sentetik ve gerçeklikten uzak bir sınıflandırma olsa da bir sınıflandırma da ben yapayım istedim.  Bu arada, "Türk" kelîmesinin kötü, yanlış ve aşağılayıcı bir nitelendirmeye tâbi tutulmasını doğru bulmadığım için Türkiyeli demeyi münâsip buldum. Buyrun size "Gri Türkiyeli"

Lahmacunu bir "alt seviye" yiyeceği olarak görür. Ama İtalyanların "pizza"sını pek bir âfiyetle mideye indirir.

Sucuk ve pastırma denilince "ıyyy" diye bir ses çıkararak yenilemez bir şey olarak vasıflandırır ama salam, sosis ve jambon olunca bayılarak yer.

Kebap denilince "yahu şehirleri kebap kokularıyla doldurdular" diye şikayet eder ama yağda kızartılan tavuk eti ve -közde değil- alevde pişirilen hamburger köftesi söz konusu olunca yumulur.

Kurufasulyeyi "halk yiyeceği" olarak görür ama içinde fasulye ezmesi olan "bean burger"i yalamadan yutar.

Baklavaya burun kıvırır ama hamuru yağda kızartıp üzerine şeker serpilerek yapılan "donut"ı lüpletir.

Tulum peynirini, çömlek peynirini bilmez ama "parmesan"ı ve "mozzarella"yı pek bir bilir.

Arabesk müziği acıların müziği diye aşağılar ama sevmese de dinlemek zorunda olduğu "blues" müziğin "blue"sunun hüzün anlamına geldiğinden bîhaberdir.

Yandan çarklıyı ve kakuleyi bilmez ama "mocha"yı ve "latte"yi bilir.

Bize ve bu toprağa ait şeyleri alaturka diyerek küçümser. Ya "alaturka"nın Türk usûlü, tarzı  olduğunu bilmeden yapar bunu ya da Türk'e karşı içindeki bastırılmış düşmanlığından.

Hiçbir bayram namazında câmiye yolu düşmemiştir ama noel ayininde İsitklal Caddesindeki kilisede görülmüşlüğü vardır.

Kendisi gibi düşünmeyeni dışlar, ötekileştirir. Demokrasi "kendisi gibiler" için geçerli bir şeydir. Laikliğin ne olduğunu bilmeden "laik", demokrasinin ne olduğunu bilmeden "demokrat"tır. Velhasıl okumadan, bilmeden fikir sâhibidir.

Türkçe'ye Arapça ve Farsça'dan girmiş ve artık Türkçeleşmiş kelîmelere karşı ırkçı bir düşmanlık içindedir ama batı lisanlarından girmiş kelîmelere karşı bir anne şefkati içindedir. Yetmez, yeni kelîmeler sokmaya çalışır.

Bomboş beynini ve pusulasız ruhunu markalı şeylerle ve afili görüşünüyle gizler. Muhtevaya değil biçime önem verir.

Bir veya birkaç konuda allâme olduğu imajı hâkimdir. Bu imajını kaybetmemek ve cehâletini gizlemek için kendisine soru sorulmasına izin vermez, gerektiğinde hastalıklı bir saldırganlık sergilemekten çekinmez.

Gri Türkiyeli'nin âmentüsü "Biz adam olmayız abi!"dir.

7 Mart 2024 Perşembe

Bozyazı - Mersin

Mersin'e bağlı ve Türkiye'nin neredeyse en güneyinde yer alan, Akdenizin kenarındaki bu küçük ilçe  ismiyle gayrı-müsemma bir yer; zira mâvinin kenarında yeşilliğin hüküm sürdüğü bir yer burası.

Bozyazı Belediyesi'nin internet sayfasında yer alan bilgilere göre burasının M.Ö.3.binyılda Luwi kavimlerinin yaşadığı Tarhundaşşa Kralığının sınırları içinde bulunduğu,  Asurlular zamanında bölgeye Queadı adının verildiği, M.Ö.7.yy.da bir Samos kolonisi olduğu, 7.ve 6.yy.da Fenikelilerle ticaret yapan önemli bir liman kenti olduğu, daha sonra Roma döneminde Kommagene Krallığına verildiği, M.S.260’dan sonra kıyıların Pers ordularının eline geçtiği, bilahare Doğu Roma egemenliğinde kaldığı, nihayet 1228'de 1. Alaaddin Keykubat zamanında Selçukluların ve daha sonra Karamanoğulları’nın hâkimiyetine girdiği, 1487 yılından itibaren de Osmanlı topraklarına katıldığı belirtilmektedir.

Bu bilgilere göre Nagidos yerleşiminin, Akdeniz deniz ticâret yolu üzerinde bir yer olması hasebiyle kozmopolit bir yapıda olması gerektir.

Bozyazı - Doğu tarafından şehrin görünümü

Paşabeleni Tepesi

Paşabeleni Tepesi'nden Nagidos Adası

Şehrin merkezinde yer alan ve Paşabeleni adı verilen tepede ve bu tepenin karşısında yer alan küçük adada Nagidos antik kenti kalıntıları bulunmaktadır. Kimileri savunma refleksiyle açıklasa da, eski yerleşim yerlerinin yüksek tepe yamaçlarında olmasını, eskilerin hayatın özüne bizlerden daha yakın oluşuyla açıklamayı daha doğru buluyorum. Zira, tepe yamaçlarında evler biribirinin önünü kapatmaz. Böylece her bir ev güneşten, rüzgardan ve manzaradan faydalanmış olur. Bir de şimdiki Bozyazı yerleşmesine bakıyorum da... Dağların çevrelediği bir düzlükte yapılan evler ne denizi görebiliyor, ne yakıcı yaz sıcağında rüzgar alabiliyor. Üstüne üstlük verimli tarım arazileri betonla kaplanıyor. Oysa bu düzlüğe hâkim tepelerin yamaçlarına yapılmış olsaydı evler, her bir evin deniz manzarası olur, her bir ev diğer evlerin arasında boğulmaz ve her bir ev tatlı rüzgarlarla buluşurdu.

Düzlüğe ev yapmanın yanında, betona karşı da dayanılmaz bir arzumuz var. Oysa bölgede bolca bulunabilen taşla yapılan evler ne kadar güzel olurdu. Nitekim geçmişten kalan birkaç "betondan münezzeh" eve tesadüf ettim. Aşağıda fotograflarını göreceğiniz bu evler taştan yapılmış. Yapımında bağdadî, hımış gibi teknikler kullanılmış, ahşap cumbalarında, ahşap pencere korkuluklarında ve ahşap kepenklerinde sanatkarâne birer üslûp kullanılmış. Hatta bacaları bile özenip bezenilerek yapılmış. Bu evler ne yazık ki yıkılmaya terkedilmiş. Birkaç yıl sonra bunların yerinde de betondan çirkin binaların yükseldiğini göreceğimiz neredeyse kesin.

Bozyazı merkezde, Merkez Camii'nin hemen karşısında yer alan 3 katlı ev

Bozyazı merkezde, Merkez Camii'nin hemen karşısında yer alan 3 katlı evin bir başka görünümü

Bozyazı merkezde, Merkez Camii'nin hemen karşısında yer alan 3 katlı evin bir başka görünümü

Paşabelenin'nden iniş yolunda sağ taraftaki metruk ev


Paşabelenin'nden iniş yolunda sağ taraftaki metruk ev

"Makıf" olarak bilinen yerde Hocacıkoğlunun evi

"Makıf" olarak bilinen yerde Hocacıkoğlunun evi
(Bu evin cephesine büyük bir siyasî parti afişi asıldığından, evin cepheden tam bir fotografını çekemedim)

Hocacıkoğlunun evinin cumbası

Hocacıkoğlunun evinden kepenkler

Merkezdeki 3 katlı evin çatı saçağından ayrıntı

  
Paşabeleni'nden inerken yolun sağındaki evin bacaları

Paşabeleni'nden inerken yolun sağındaki evin ocağı

Hocacıkoğlunun evinden pencere ayrıntısı

Bozyazı'da en ilginç yapılardan birisi Merkez Camii. Deniz kenarına yapılmış bu Cami, ilginç minareleri ve ferah iç yapısıyla mutlaka görülmesi gereken bir yer.
Bozyazı'da tabii güzelliklerin yanında birçok tarihî eseri görmek de mümkün. Bunlardan belki de en önemlisi şehrin doğu tarafında 150 metre râkımlı bir tepede bulunan Softa Kalesi. Henüz tepeye çıkarak gezemediğim bu kalenin ve diğer bâzı yerlerin bilgilerini ve fotograflarını gezdikten sonra ilâve edeceğim.
Batıya doğru şehri gezdikçe eski bir yapının tonozlu kalıntısına, bir su kemerini kalıntısına veya bir sütün taşına rastgelmeniz çok muhtemel. Henüz vahşî turizmin keşfedemediği Bozyazı hâlen bir Akdeniz köyünün özelliklerini kısmen de olsa taşıyor.
Vahşî turizm keşfedemese de, denizi gerçek anlamda sevmeyen, onu bir "çimme aracı", kenarında ev sâhibi olmayı mârifet sayanlarca ne yazık ki Bozyazının deniz kenarı "site"lerle doldurulmuş durumda. 

Tarihi Sultan Sofrası - Mardin

 Mardin Kalesi'nin eteklerinde kurulmuş eski Mardin'de 1 Numaralı Cadde üzerinde kasaplar çarşısının girişinde yer alan bir esnaf lo...