Yavuz Bülent Bâkiler

 

Beni ağlatan satırların yazarı

Türkistan kitabının başında, Sovyetler döneminde Taşkent Film Festivali'ne giderken uçakta karşılaştığı Kazakistan'ın Cambul şehrinden Cuma ile olan sohbetini anlatır. Cuma, Yavuz Bülent Bâkiler'in Taşkent Film Festivali'ne gittiğini öğrenince "Hee! Biliyerim! Taşkent Festivali'ne çok getmişliğimiz vardır" der. Bunun üzerine Bâkiler "Yüzlerce kilometre yol katederek geldiğinize göre sinemayı çok seviyorsun herhalde" diye sorunca Cuma'nın verdiği cevap beni ağlatmıştı: "Sinemayla başım o kadar hoş değildir. Ben çoluk çocuğu bir otomobile doldurup Taşkent'e hasret öldürmeye götürüyorum. Orada direklerde Türk bayrağı görüp seviniyoruz. ... Göğsümüz kabarıyor, başımız göğe değiyor."

Türkistan Kitabını okuduktan sonra ziyâretine gittiğim Yavuz Bülent Bâkiler'e "Ağabey, size çok teşekkür ederim. Ben kendimi yüreği katılaşmış birisi olarak bilirdim. Taa ki sizin Türkistan'da yazdıklarınızı okuyuncaya kadar." demiştim. Bunun üzerine çekmecesinden bir Türkistan kitabı çıkarıp "Recep Aydın Güleç kardeşime biraz hüzünlü bir kitap. 13.9.1990" diye yazıp imzalayıp hediye etmişti...

   
   

 

"Ağabey" diye hitap ettiğim Bâkiler, 1990 yılında Kültür Bakanlığı'nda müşavir idi. İşyerine fırsat buldukça gider, sohbetinden büyük zevk duyduğum bu büyük kültür adamından bir iki pend kapmaya çalışırdım. Kültür Bakanlığı, Türk ve Türkçe âşığı böylesi bir kültür insanından faydalanmak yerine onu Bakanlık merkezinden uzakta Sıhhiye'de bir aparman dairesinde "merkezden uzakta" (!) tutuyordu...

Bir Büyük Şâir

Ben, Yavuz Bülent Bâkiler'i öncelikle bir büyük şâir olarak tanıdım. Gençliğimin en delişmen günleri Ankara'da geçtiği için midir bilmem bir şiirin Ankara'dan neşet etmesi beni hep heyecanlandırmıştır. İşte bu yüzden Bâkiler'in "Cebeci İstasyonu ve Sen" şiirini okuduğumda âdeta sarhoş olmuş, ilk fırsatta Cebeci Tren İstasyonu'na giderek bir kutsal yer gibi ruhumu dinlendirmiştim.

Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü
İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara
Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi
Sıcak bir kara sevda
Yüreğimizin başında bağdaş kurup oturmuştu;
Acımsı, buruk.
mühürlenmişti ağzımız bir sessizlik içinde
Sessizliği üstümüzden atamıyorduk
Bir saçak altında kararsız, yorgun
Saatlerce duruyorduk
Kimse görmüyordu bizi
...
Ankara Kalesi'nde bir eski çalar saat
Bilmem kaça vuruyordu
Bir yağmur yağıyor inceden ince
İçimizdeki binbir düşünce
Harmanlar misali savruluyordu
Islanmış bir ceylan yavrusu gibi
Tiril tiril titriyordun
Gitsek gitsek diyordun.

Sonra cânım İstanbul'u buluyordum "Gözlerin İstanbul Oluyor Birden" şiirinde:
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik
Bir güzellik doluyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
...
Ne güzel seni bulmak büyün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.

Şiir yanında seyahat kitapları da âdeta şiir gibi bir üslûpla kalem alınmıştı. Onun yazdıklarını okuyunca Türkçe'yi böylesine güzel, âhenkli ve tatlı bir üslûpla kullanmasından dolayı hayret duymamak elde değildir. Nitekim Türkistan'ı okurken ruhunuz nasıl Türkistan'da gezmeye çıkarsa, Üsküp'ten Kosova'ya kitâbını okuyunca da Rumeli'yi gezer, ecdâdın oradaki seslerini duyarsınız.
Yavuz Bülent Bâkiler ağabeyimin imzalayarak hediye ettiği kitaplarını bir hazine gibi saklıyorum.
***
Sonra İstanbul'a nakletti.
Bir gün İstanbul'da vapurda karşılaştık. O zaman 10 yaşındaki kızım elini öpmek üzere elini tuttuğunda Bâkiler kızımın elini öpüp onu sevmişti. İşte böyle bir insan, böyle bir yürek idi...
Sonra hep ziyâret etmek istedim ve hep bir mâni çıktı. Ha bugün ha yarın derken bir sabah gazetede vefat haberini okudum.
"Ölmek" şiirnde dediği gibi
Çağırırsın bir gün beni de ölüm
Ansızın vurabilirsin kapıma.
İster istemez gelirim:
Bir güzel kadına, bir güzel kıza
Bakarken ölebilirim.

Mekânın Cennet, rûhun şâd olsun ağabey.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ankara'dan Doğu Karadeniz'e Yolculuk

Habersiz geçen baharlar

Yeşillerin Memleketi Taşkesti (Bolu, Mudurnu)