Kayıtlar

Sîretler ve Sûretler - Hamal Aydın

"Vay be, ne mükemmel birisi, ne çok şey biliyor!" İlk intibanız böyledir onun hakkında. Her konuda sarfedilecek sözü, her duruma uygun esprisi, her meselede ünlü bir kişiden verilecek misâli vardır. Eğer telife değil nakile değer veriyor, araştırmak yerine duyduklarınızla fikir sâhibi olmayı tercih ediyorsanız bu düşünceleriniz uzun süre değişmez. Hatta belki de hiç değişmez; zira o kişinin sarfettiği sözlerin, serdettiği fikirlerin kendisine ait olmadığını, sâdece oradan buradan derlenerek nakledildiğini anlamazsınız. Her hârikulâde sözü, -âmiyane tâbirle- yerine cuk diye oturan vecizeleri o kişinin zanneder, böylece az bilmekten neşet eden bu illüzyonun devamına çanak tutarsınız. Kendi yaşadıklarını ve öğrendiklerini beyninde harmanlayarak kendine ait telif fikir üretemeyen ve başkalarının üretimini taşıyan böylelerine "hamal aydın"dan başka ne denilebilir ki... Hamal aydın, çevresinde kendisinden daha zeki, daha becerikli, daha kâbiliyetli kimselerin olmasını ist...

Nihâvend

Pek çok kişi gibi ben de pek bir severim nihâvend makâmını. Hâfızasında bu makamdan üç beş şarkı olmayan kimse yoktur desem yeridir. Kimseye etmem şikâyet, gizli aşk bu söyleyemem derdimi, ellerim böyle boş boş mu kalacaktı, gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, hatırla ey peri o mesut geceyi, yemeni bağlamış telli başına, gönül nedir bilene gönül veresim gelir, bahar bitti güz bitti, yine bu yıl ada sensiz ... Çok sevilen ve çok bilinen nihâvend şarkılardan bâzıları. Yeri gelir gönül telinizi titretir, yeri gelir içinizi fıkır fıkır kaynatır; böyle bir makamdır nihâvend. Musiki ile tedâvi konusunda ilmî çalışmalar yapmış ve bu konuda bir kitap da yazmış olan etnomüzikolog Rahmi Oruç Güvenç, nihâvend makâmının toprak-ateş tabiatlı ve sıcak-kuru yapıda,  öğleden sonra ( ikindi ) zamanı etkisinin fazla olduğunu;  kan dolaşımı, karın bölgesi, kalça, uyluk ve bacak bölgelerine etkili ve kulunç, bel ağrısı ve tansiyon rahatsızlıklarına faydalı olduğunu, kuvvet ve barış duyg...

Ya Bizde Olsaydı

Resim
  Ünlü Amerikalı kemancı Caroline Campbell,  İtalyan besteci Vittorio Monti'nin Csàrdàs adlı eserini çalıyordu. ( https://www.youtube.com/watch?v=vZIuT-wK0OY )  Konser, orta İtalya'da Umbria bölgesinde olduğunu öğrendiğim Assisi'deki San Francesco Bazilikasında bir noel konseri. Bazilikanın, katoliklerin hac yerlerinden birisi olduğunu da kısa bir araştırma ile öğrendim. Csàrdàs'ın icrası bitti, alkış kıyamet.. Yukarıda, bu âna ait bir kare var. Bu karede dikkatinizi çeken bir şey var mı? Yok mu? Sarı yuvarlak çizgilere dikkat. Hayır, hıristiyan ikonografisindeki hâleler değil bunlar, dikkatinizi çeksin diye ben ekledim. Aynı kareyi bir de sahne tarafından görelim. Evet.. kırmızı takkelerinden anladığınız üzere kardinaller bunlar.. En ön sırada.. Aynı konserde askerler de var. Bakın aşağıdaki resme. Omuzundaki yıldızlardan anlayacağınız üzere hem de oldukça yüksek rütbeli. Ama ilk sırada değil.  Düşündüm... hem de uzun uzun. Ya bizde olsaydı bunun benzeri bir olay di...

Zaman Yitiğin Olsun

  Ey Yageder! ruhumda mı yoksa beynimde mi veyahutta kalbimde mi olduğunu bilemediğim fabrika artıklarını gelişmiş ülkelerin disposible çöplerini ve geri kalmış ülkelerin sömürge acılarını pis ve rutubetli ve karanlık ve daracık bir hücreye kapatılmış bir klostrofobiğin korkularını ve içi petrol ve sidik ve sigara zifiri kokan altmış model bir uzunyol otobüsünün verdiği bulantıyı andıran bir garip duygunun pençesinden alıpta beni uzak iklimlerin pembe sislerine      ve mâvi huzuruna morfin almış kanserlinin rahatına ve kötü bir kâbustan uyanan çocuğun      terli korkusuzluğuna götüren huzur kaynağım! Ey alâim-i semâ! sakla gittikçe hızlanan şu saati heybene kurtar huzuru zamanın bukağısından zaman yitiğin olsun. Azad et beni korkularımdan Sodom ve Gomore donanma şenliği kalsın leyl-i zulmünde zâlimin Ey sevgili! Salat-ı tefriciyen olsun bu zulme lânetin...

Tanzimat Kafası - Yabancı Lisana Dâir

 "Galatasaray mezunu" bir yazar, "lumpenproletarya" tesmiye ederek kendince tahfif ettiği bir kesimden bahseden bir yazısında (1) "Fransızca konuşmaya başlayın demedik de..." diyerek, Fransızca konuşmanın ona göre bir üstünlük vesilesi olduğunu ifâde ediyordu. E malûm "Galatasaray'da" fen eğitim lisanı da Fransızca değil miydi? Tanzimatla bünyemize kalıcı olarak yerleşen Fransızca virüsünün neler yaptığının en çarpıcı örneği, Reşat Nuri GÜNTEKİN'in Çalıkuşu adlı romanındaki "maarif müdürü"nde hayat bulur; bir köy okulunu gezen ve Fransızca kelîmeler döktüren maarif müdürünün okul binası için "ahır" demesinde! Peki Fransızca konuşmak, konuşanı üstün vasıflı yapan bir hususiyet midir? Eğer böyleyse anadilleri Fransızca olanların "ideal insanlar" olmaları, "Frankafon"luğun, dünyayı daha iyi, daha güzel bir yere getirmesi gerekmez miydi? Dünya gerçeklerine baktığımızda bunun böyle olmadığını görüyoruz. ...

Anlamayın Beni

 Sizlerden beni anlamanızı beklemiyorum! "Sizler"den kasdım, hepsi biribirine benzeyen alelâde insanlar... "Sizler"den kasdım,  münevver olmayı değil aydın görülmeyi tercih edenler... "Sizler"den kasdım, cilâlı imaj devrinin prototipleri... "Sizler"den kasdım, birkaç yüz kelîmeyle konuşmaya çalışanlar... "Sizler"den kasdım, tahammülün yerine hoşgörüyü ikâme etmeye çalışanlar... "Sizler"den kasdım, şiirden ve müzikden hazzetmeyenler... "Sizler"den kasdım, susmayı olgunluk sayanlar... "Sizler"den kasdım, molla demeleri için ağır olanlar... "Sizler"den kasdım,  status quo 'nun yılmaz bekçileri... "Sizler"den kasdım, bırakın evinde kütüphânesi olmayı kitaba para vermeyi israf sayanlar... "Sizler"den kasdım, kendisini yerleştirdiği yere göre fikrî şablona sâhip olanlar... "Sizler"den kasdım, "Güneşi ceketinin astarı içinde kaybedenler"... (1) "Sizler...

ADOY'dan İzlenimler - 2) ADOY Gezegeni nasıl bir yer

  Adoy gezegeninden en genel bilgiler " Adoy gezegenine nasıl gittim " serlevhalı yazımdan sonra ilginç mesajlar aldım.  Bâzı okuyucular, "astral seyahat" konusuna inanmakta güçlük çektiklerini belirtirken bâzı okuyucular da Adoy gezegeninin nasıl bir yer olduğunu anlatmamı istiyorlar. "Astral seyahat" konusu, ancak bu alanda yapılacak ileri mental ve psişik tecrübelerle anlaşılabilecek ve "kâl"den ziyâde "hâl"e dâir  bir konu olduğundan, kelîmelerle ifade edilmesi oldukça zor. İleride bu konuda birkaç kelâm edeceğim. Şimdi, bugüne kadar kadar yaptığım astral seyahatlerde Adoy gezegeni hakkında öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Dünyadan birazcık küçük bir gezegen Adoy. Çapı 10 bin kilometre. Dünya yön sistemine göre düşünürsek, kuzey ve güney yarıkürelerinde birer büyük kıta var. Kuzeydeki kıtanın adı  Sözenob , güneydekinin adı ise  Söfakob . Bu iki kıtanın ortasında ise Ateş Denizi bulunuyor. Bu kıtalarda, idare sistemi fa...

Yaşarken Görebilecekleriniz

 Gördüklerinizin gerçek olmadığını, Gözden ırak olanların bambaşka kişilere tahvil olduğunu, Büyük ve ağır lafların aksine unutulmanın pek kolay olduğunu, Sözlerin unutulmak üzere verilmiş olduğunu, Kutsalların en kârlı ticâret metaı olabileceğini, Çıkarın sevgi cilâsı ile mücellâ olduğunu, Cilâlı imaj devrinden cilâlı yalan devrine geçildiğini, Aşk denilen şeyin giffen mal olduğunu, Aşk literatürünün üstâd-ı âzamının Goebbels olduğunu, Derekesini saklamak isteyenlerce derecenizin üstünün örtüldüğünü, Âkil libası giyenlerin kafasını kuma sokan devekuşunu göremediklerini, Bâzılarının ancak cücelerle yanyana iken mutlu olabildiklerini, Vefânın gerçekten de İstanbul'da bir semt ismi olduğunu, Maddenin her dâim geçer akçe olduğunu, Gözyaşının her derde devâ bir setre olduğunu, Hedonun yeni bir ilâh olarak serpildiğini, Kandırılmanın da bir sonu olabileceğini, Son sözün günü gelince söyleneceğini.

Kat-ı Zeban

 Hadi, çocukluğunun bakkal dükkanında farzet kendini. Nemli bisküvi kokusunu hisset.  Sonra kopya kalemiyle semaya çizilmiş devâsa resimler girsin rüyana.  Akşam üstü oyunlarını terketmenin zorluğu sarsın içini. Bir yanda seni tatlı bir ökse gibi çeken oyun diğer yanda seni gerçeğe çağıran ses. Oyun arkadaşlarının kurnazlıkları, çocukça hesapları, benmerkezci hasetleri...  Ve sen kendini anlatamayan çocuk. Yok, hayır.. çocukluğunun bakkal dükkanlarından çık ve seni evinden uzak bir gurbete götüren o şehirlerarası otobüsün mazot kokulu iklimine sığın. Yok artık o bakkal dükkanları. Sararmaya yüz tutmuş başakların arasında çocukluğa baş kaldıran koşuşturmalar da. O başakların boy verdiği tarlalar otların istilâsına uğramış, o tarlaların olduğu köy ışığı sönen bir lamba gibi şimdi. Sonra ikindi vaktinin sersemletici ikliminde gezilen havuz başları da. Mâviden yeşile kayan ummanlar da. Şimdi ikindiler siyah-beyaz işlere hasredilmiş hâlde ve ummanların hayâli dahi fersah ...

Sîretler ve Sûretler - Mut Emici

 Hani bir çocuk filminde "ruh emici"ler vardı. Kendi ruhları olmadığı için yakaladığı insanların ruhunu emiyorlardı. İşte mut emiciler de başkalarının mutluluğunu emerek mutsuzluklarını gidermeye çalışırlar; zira kendilerinde mutlu olabilecekleri hiç birşeyleri yoktur. Mut emici, mutlu insan görmeye dayanamaz; zira kendisi hiç mutlu olmamıştır. Bunun için çeşitli yollarla mutlu insanların mutluluklarını yıkmaya, yok etmeye çalışır. Mutlu insanların sâhip olduklarını küçümser, kulp takmaya çalışır, kötüler, gerekirse iftira atmakdan dahi çekinmez. Yeter ki mutlu olan mutluluğunu kaybetsin. Asla sâhip olamadığı mutluluğun yokluğu ruhunu zifiri karartmış, yüreğini garez gömüğünün bataklığı hâline getirmiş velhâsıl iç dünyası çirkinliğin zifti ile kaplamıştır. Dahası sîretinin çirkinliği sûretine de vurmuştur. Bu sebeple sûreten güzel olanlara dayanamaz. Mut emici çirkindir.  Sûreten güzel olmadığından kendisini soyut niteliklerle vasıflandırarak egosunu tatmin etmeye çalışır. Bu...

ADOY'dan İzlenimler - 1) ADOY Gezegeni'ne nasıl gittim

 Şimdi hayatta olmayan bir arkadaşım seneler önce "astral seyahat" diye birşeyden bahsetmişti. Arkadaşım, kendisini tâbi tuttuğu belli bir eğitimle bu kâbiliyeti kazandığını, artık istediği zaman bir nevi trans hâline geçerek astral seyahate çıkabildiğini, böylece istediği yere gidebildiğini söylemişti. Başta oldukça tuhaf hatta saçma gelen bu fikir, zihnimin geri plânını hep meşgul etti. Okumaya araştırmaya başladım. Bu arada, ilginç bir kitap okudum. 1949 Almanya doğumlu Michaela isimli bir genç kız, babasının işi gereği geldiği Türkiye'de bir Türk'e âşık olup evlenir ve müslüman olur. İsmi de  Michaela Mihriban Özelsel olur. Daha sonra, özel hayatındaki hâdiselerden kaynaklı bâzı hissî sıkıntıları sebebiyle halvete girmeye karar verir, çeşitli teşebbüslerden sonra buna muvaffak da olur. İstanbul'da bir evde yaşadığı 40 günlük "hâlveti"nden yola çıkarak kaleme aldığı " Halvette 40 gün - Psikolog Dervişenin Halvet Günlüğü ve Bilimsel Çözümlemesi ...

İstanbul hâlâ Dersaadet mi?

Resim
Dün akşam "yayla çalınan tanburla" (*) icra edilen müzik dinlemek istedim. Âdet olduğu üzere, bir video paylaşma sisteminde arama yaptığımda karşıma 19.04.2016 tarihli " Sadun Aksüt | Bir Üstad Bir Saz: Yaylı Tanbur " adlı bir yayın çıktı. Üstad Sâdun Aksüt'ün anlattıklarını dinlemeye başladım. Üstad, felâket derekesindeki trafiği sebebiyle artık İstanbul'da araba kullanamadığını söyledikten sonra, İstanbul'a dâir bir şiirini okudu. 2004'te yazılmış şiirinde Aksüt şöyle diyordu: Bu şehir Artık benim bildiğim İstanbul değil. Ne Kalamış'dan huzur alınır Ne Marmara'nın koynuna girilir Geçmişdeki hoş geceler Körfez'deki dalgın sularda kaldı Baksak da göremeyiz Sahilleri kirlilik aldı. Bunu dinlerken aklıma Necip Fâzıl Kısakürek'in "Canım İstanbul" şiiri geldi. Sultan'üş şuara  (**) "Canım İstanbul" şiirinde, Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. dedikten sonra Ana gibi yar...

Sîretler ve Sûretler - "Kaave" Bıçkını

  Bu tip, "kahvehâne" veya -genel kullanım olarak kısaltılmış şekliyle- "kahve" demek yerine çoğunlukla böyle telaffuz eder bu kelîmeyi; başka hususlarda yaptığı yanlışlar gibi. Bir sahne canlandırın hayalinizde: Bir kahvehânede pişbirik oynayan dört kişi. İskambil kağıtları dağıtılır, masadakilerden birisi elindeki dört kağıttan birisin ayırarak masanın üstüne kapalı olarak bırakır. Bunu yaparken de "Aha bunu ayırıyorum" der çok bilmiş bir edâ ve sîretine yapışık bir kibir ile. Eğer o elde  ezkazâ o kağıdın değer olarak aynısı atılır ise yere, yere kağıt ayıran kişi, -kağıdı masaya vururken çok ses çıksın diye- orta parmağını hafifçe sivrilterek vurduğu yumruk eşliğinde ayırdığı kağıdı  "Ben demiştim " diyerek atar. Bunu yaparken, kendince büyük bir is yapmış olmanın, ne kadar usta olduğunun, ne kadar bilge olduğunun işareti yüzüne yayılan müstekreh bir sırıtmada kendini ele verir. Peki ya ayırdığı kağıdın eş değeri atılmaz ise o elde? Bizim bıç...

Sîretler ve Sûretler

Beşir AYVAZOĞLU'nun bir kitabının adı "Sîretler ve Sûretler". Kitapta muhtelif şahıslar anlatılmış; sâdece sûretiyle değil sîretiyle. Kubbealtı Lugatinde , sîret  ( ﺳﻴﺮﺕ ) için  " Bir kimsenin ahlâkı, seciyesi, karakteri, dışa akseden davranışı. Karşıtı: SÛRET "  açıklaması; sûret için ( ﺻﻮﺭﺕ ) " Gözün ilk bakışta gördüğü şey, dış görünüş, şekil, biçim .", " Yüz, çehre, surat. " ve  " Bir varlığın dıştan görünen, beş duyu ile bilinen yönü. " açıklaması yapılıyor. Her insan sûretiyle ve sîretiyle ayrı birer dünya olsa da, İbn-i Haldun'un Mukaddime'sinde belirtdiği üzere insanın yaşadığı yerin insan davranışları üzerinde etkileri olduğu da bir gerçektir. Ayrıca, taklid edici özelliği de dikkate alınınca insanları belirli sîret kalıplarında ele almak mümkün hâle gelir.  İnsanlar, bir yandan hayatlarını idâme ettirmek için çabalarken bir yandan da diğer insanları -az ya da çok- gözler, belli çıkarımlar yapar ve hatta belli insan...

Hacı Şükrü - Konya

Resim
Dil ve Târih-Coğrafya Fakültesi Sanat Târihi bölümün bir hocası anlatmıştı: Alanya Kalesi kazısı için üç hoca Alanya'ya giderken, Konya'da Hacı Şükrü lokantasına uğrarlar. Anlatan hoca, 100 gram kebap istediğini söyler, diğer iki hocanın itirazı ile 150 grama çıkarır siparişini. Diğer iki hocanın birisinin 900 gram, diğerinin ise 1.100 gram kebap yediğini söyleyince hoca, "demek ki sanat târihçisi olmanın şartı iyi ve çok et yemekmiş" demiştim. 1855-1949 yılları arasında Konya'da yaşayan ve lokantaya ismini veren Hacı Şükrü Çeşmeci 1907 yılında Konya'da küçük bir binada fırın kebabı ve poğaçası ile hizmet vermeye başlamış. Hacı Şükrü  1949 yılında vefat edince hem damadı hem de yeğeni Hacı Ali Şengönül dükkanın başına geçerek işletmeyi devralmış. Hacı Ali Şengönül 53 yıl bu mesleği sürdürmüş.  Şu an 4. kuşak Şengönülller işi sürdürüyorlar. Evet, iyi et iyi kebap yenilen bir yerdir Hacı Şükrü lokantası.  Tandır kebap diyenler varsa da, etlerin uzun süre fırınd...